01 Aralık 2011

"Çevirmene Eziyet", Cemal Karanlık

       




                Sabitfikir'deki Cemal Karanlık'ın sıkı hayranıyım. İnceden inceden çok güzel dokunduruyor. bir yazısında çoksatan yazanlar için "Yazarkasa" yakıştırması vardı ki çok sevmiştim. Nihayet, davalı(!) çevirmenlerimiz Süha  Sertabiboğlu ve Funda Uncu ve diğer tüm çevirmenleri de ele alan bir yazı yazmış. Bilmeyenler olabilir, özet geçeyim; Yumuşak Makine'nin çevirmeni Sertabiboğlu ve Ölüm Pornosu'nun çevirmeni Funda Uncu türlü saçma sapan ithamlarla erotik ve gençlerin çoçukların ahlakını bozmakla suçlaanan kitapları çevirmişler efendim. Bu ne cüret! Adalet sistemimiz o kendine has hızlı adalet dağıtma sitiliyle, çok sağ olsun, çoluğu çocuğu korumak için uğraşıyor. Sadece kadın olduğu için bir kadına "sen manken misin, bunu çevirmeye utanmıyor musun?" minvalinde sorularla Uncu'yu yazdan bu yana canından bezdirdiler. Şimdi davalar da görülmeye başlandı. Hemen bir sonuç beklemiyoruz tabii süpersonik mahkemelerimizden, zaten her zaman için ilk duruşmada dosyayı dinler hakim. İkinci duruşma tarih atma duruşmasıdır. İkinci duruşmada hakim, Ölüm Pornosu'nu okumadığını (kim okudu ki zaten?) ve Boğaziçi Üniversitesi ile Bilgi Üniversitesi Edebiyat bölümlerinden uzman yardımı almak istediğini söyledi(nihayet kitaplar güvenilir ellere teslim edilecek, lakin biz yine de bundan bir şey ummayalım, ne de olsa karar ezel ezelden belli). Bu  davaları neden bu kadar önemsiyorum(z)? Çünkü, buradan çıkacak kararlar emsal teşkil edecek. bu açıdan çok büyük önem taşıyor. Neyse, sonuç itibariyle durum bundan ibaret, aşağıda da Sabitfikir'in Cemal Karanlık mahlasıyla yazılan Kulis köşe yazısı: 



Cemal Karanlık
Çevirmene Eziyet
29.11.20011


Epeydir buluşamıyorduk Nadir’le. Önceki akşam telefon çaldı, baktım, bizimki. “Yahu nerelerdesin,” dedim. “Abi sorma, birkaç aydır yurtdışındaydım, buluşalım da iki lafın belini kıralım,” dedi. “Olur lan özledim valla,” dedim.


    Efendim, işin özeti, Nadir arkadaşımız karşılaştırmalı edebiyat işinden sıkılınca kendine daha farklı bir gelecek çizmeye karar vermiş, İngilizcemi geliştireyim, en kıyak yerinden öğreneyim ki işe yarasın, bu kadar edebiyat okumuşluğumuz da var, bakarsın çeviri ödülleri falan alırız, diye düşünerek basmış İngiltere’ye gitmiş. O zaman fırsat acil tarafından çıkınca eşe dosta haber bırakmayı da unutmuş. Olsun. Bir lisan bir insan demişler. İnsanın bir altın bileziği olacak illa.


    “Evladım iyi de, çevirmenlik bu ülkede meşakkatli iştir, zordur, başa beladır,” dedim, “üstelik para falan da kazandırmaz. Ne güzel okuyup akademisyen olacaktın, niye caydın karşılaştırmalı edebiyat işinden?”


    “Abi baktım iş olanakları sınırlı; masa başında dirsek çürütüp eleştiri yazıları yazacaksın, onca kafa patlatacaksın… Ama bildiğin gibi bu ağır işin karşılığını asla alamıyorsun bu ülkede.”


    “Bilmez miyim… Hem kıt kanaat geçin, hem yazdıklarını öğrencilerinden başkası okumasın, hem de…”


    “Evet abi?”


    “Hem de, kazara, olmaz ama, diyelim Orhan Pamuk’un bir romanını beğenmedin. Vay haline. Orhan kızıp köpürür, okurlar yazarımızı çekemedi diye ayağa kalkar, edebiyat dergileri de senden uzak dururlar; al başına belayı.”


    “Bunu düşünmemiştim ama bu da doğru. İşte bu yüzden ben de çevirmen olmaya karar verdim. Hem bakarsın çevirdiğim kitap çok satar; oh ne âlâ.”


    “Orası öyle de, işin bir de öbür yanı var. Bunca edebiyat okumuşsun. O çok satarları çevirmeyi bakalım miden kaldıracak mı? Kaldırırsa ne iyi, diyecek yok. Ama bir olur, iki olur, üçüncüsünde iş bildiğin gibi, eziyete döner. Ama bir sakınca daha görüyorum, istersen devam edeyim.”


    “Et abi?”


    “Bizim usta çevirmenlerimiz 12 Eylül öncesinde sol klasikleri çevirdikleri için hapis yatıyorlardı. Aranan, yurt dışına kaçmak zorunda kalan… Bugün de bildiğin gibi durum farklı değil. Devlet, Ölüm Pornosu’nun çevirmeni ile uğraşıyor bak. Yani, eninde sonunda, bu belalardan uzak kalayım diye eften püften şeyler çevireceksin. İyi edebiyatı çevirip okurumuza hizmet edebilirsin, ama onun da okuru az. Diyeceğim, bu ülke çevirmene eziyet. Tabii yine de sen bilirsin.”




Ve son olarak 
(yazıyı bu kadar sevmemdeki bir faktör de, benim de istemeden de olsa bir çoksatan çevirmiş olmamdır. Ne yazık ki idealizm bu noktada işe yaramaz hale geliyor ve -bir yerlerden başlamak için- bir şekilde bestseller'ın elinden tutmak zorunda kalıyoruz, zira talep varsa arz da olacaktır, serbest piyasa ekonomisi... ) 







3 yorum:

  1. takma adlarla sıradan öyküler anlatan büyük yazarları hatırlıyorum, o sıradan öyküleri anlatmasalardı belki de büyük yazar olamayacaklardı. para kazanabilmek için iki günde bir dünya klasiği yazan romancı da var. artık nasıl aştığı kendisini bile aşmışsa, öyle de yazmış.

    dikenli yollarda yürüyen insanların ulaşmak istedikleri yerlere ulaşabiliyorlar bazen, demek böyle de olabiliyor.

    yazıyı ben de sevdim. üzerine pek bir şey söylenmez. çevirmene eziyet edenler hiç bitmeyecek, onlar gidecek anlayışları kalacak belki. adları bile bilinmeyecek onların, hep yerlerine birileri gelecek. ama hep kötü anılacaklar. kısacık hayatlarından daha fazla yaşayamayacaklar, unutulup gidecekler bir gün. çevirmenlerin adları bilinmese de çevirdikleri eserlerle yaşayabilirler. belki bir gün biri çıkıp ne iyi olmuş da bu kitabı çevirmiş der adsız çevirmen için. ben diyorum mesela.
    adsız çevirmenleri çevirdikleri güzelliklerle anıyorum. diğer güzel insanları nasıl güzel anıyorsam öyle.

    YanıtlaSil
  2. (*dikenli yollarda yürüyen insanlar ulaşmak istedikleri yerlere ulaşabiliyorlar bazen, demek böyle de olabiliyor.)

    düzeltme ihtiyacı :)

    YanıtlaSil
  3. adsız çevirmenleri çevirdikleri güzelliklerle anman büyük incelik :)

    bu yol dikenli, ama bu yolu öyle çok seviyorum ki dikenleri görmüyor gözüm. onlar da böyle hissediyorlardır eminim.

    yorumun için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil

Aklınıza gelenleri buraya bırakabilirsiniz.