Uzun zamandır trenle seyahat etmedim ben. Şimdi, o uzun zaman yine devam edecek, bense onu boylamasına kesen anakronik bir zaman diliminde, yine bir arabaya binip ülkenin diğer ucuna doğru yol alacağım. Yolda, her zamanki gibi radikal kararlar alacak, şu veya bu sebep aklıma gelince kendi kendime söylenecek, hayıflanacak, sevinecek, üzüleceğim. Ama en çok uzayıp giden elektrik direklerine bakacağım elbet. Tıpkı melankolik filmlerdeki gibi, çocukluğumdan kalma ve diğer tüm çocuklara özgü o alışkanlıkla; ben bakarsam daha da uzayacaklarını düşüneceğim. Ben bakmazsam kısalırlar belki. Hem, kimse bakmazsa ne diye koymuşlar onları?
Hiç konuşmayacağım yanımda oturanla. Çünkü yanımda oturanlarla konuşmaya inanmam ben. En fazla birkaç saat sonra bir daha hiç görmeyeceğim birine neden hayatımın çetelesini anlatayım ki? Susacağım. Muhtemelen yine benim not defterime aldığım küçük notlara merakla bakacak. Bir süre sonra vazgeçecek, çünkü hiç okuyamayacak, yazım çok kötüdür. Nasıl olsa okuyamaz diye, ben onun hakkında da notlar alabileceğim. Sonra gece olacak. Sonra yine gündüz olacak, garip olacak.
Aylardan eylül, unutmayın. Eylül seyahat ayıdır. Eylül en çok değişen aydır. Çünkü eylül en devingen aydır. Bir sesi bile vardır. Bütün bütün, tastamam şiirler yazılmıştır eylüle. Çünkü eylül böyle bir aydır işte. Tren daha yavaş gider aslında. Otobüsler bazen çok uzak götürüyor insanı. Çok kızıyorum kendime, böyle şeyler düşünerek çıkılmaz, ama hep yollarda geçiyor vaktim. Bağışıklık kazanmaz mı hiç, insan? Hep bana ait olmayan memleketlerde yaşıyorum sözgelimi. Şimdi gittiğim yer de, bu ayrıldığım yer de, bana ait değil. Benim değil. Doğduğum ya da büyüdüğüm, ya da denilene göre bir “kütüğümün bağlı bulunduğu yer” bile değil. Ama insan nüfus kâğıdına göre yaşamıyor ki. Kendi memleketimde de sıkılırdım, buna da eminim. Aslında şu an gidiyor oluşum da bundan değil mi?
Eylül şiirleri okumuyorum artık, en çok Cansever’den uzak duruyorum. Ve tüm bunlar kafamın içinde gezinirken, bana böyle düşündürten kitabı* erişemeyeceğim bir rafa kaldırıyorum.
yolculuk edilen kişilerle konuşmak iyidir bazen. fight club'daki replik vardır ya hani; tek porsiyonluk yol arkadaşlığı. bunlardan hiç unutmadıklarım var. tek porsiyonluk da olsa :)
YanıtlaSilben nadiren konuşuyorum, kendi dünyama çok dalıyorum galiba yolda, ama haklı da olabilirsin tabi:)
YanıtlaSilSen hep yaz. :) Hoşgeldin. Zevkle okuyacağım bir blog daha edindim sayende. :)
YanıtlaSilbu yoruma çok çok sevindim gölgeli_yol:) çok teşekkür ederim, elimden geldiğince yazacağım artık:)
YanıtlaSilöncelikle, şu bloga yazmaya başlamana sevindim (evet aslında daha önce birkaç yazın vardı ama silmişsin bir tanesi kalmış sanırım). tehditlerimizin işe yaradığını görmek sevindirici.
YanıtlaSilbaştan sonra, trenler, yollar, otobüsler, elektrik direkleri (ki kendileri çok önemli aslında, bir de telefon direkleri var onlar daha mühim, bir de ağaçlardan yapıyorlar o direkleri), eylül, şiir, cansever falan derken oradan oraya sürüklendim okurken. zevkle okudum.
bir yıl boyunca trenle seyahat ettiğim için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, trenle seyahat etmenin tadı başka hiçbir şeyde yok. bağların, tarlaların, ağaçların arasından, dere kenarlarından gitmek gibisi yok. bir sürü şey düşünüyor insan. otobüsle seyahat ettiğinden daha çok şey geliyor aklına.
bir de eylül meselesi var. burada da şiir ikindileri vakti ama galiba ben yine bu yıl, geçen yıllarda olduğu gibi bir aksilik yaşayıp gidemeyeceğim.
iki saattir yorum yazıyorum buraya, abuk insanı yüzünden hepsi gitti. tekrardan deneyeceğim.
YanıtlaSilyaklaşık olarak şöyleydi:
"yollar bir yere gitmez derler. hele güzün daha çok gitmez. insanlar gider ama (belki eylülde gitmek yerine geliyorlardır.) bazen de insan gidemez, gitmekle gelmek birbirine karıştığından. sen de gidemiyorsun galiba. yine de gideceksin, gitmelisin. eylülde yeni bir şeyler başlar genelde, bu yüzden.
insanların en çok seyahatlerde yalan söylediklerini düşünüyorum ben de. yollar hayal gücünü arttırıyor olabilir. bu yıl içinde hayatımın en uzun yolculuğunu yaptım, 23 saat sürdü. bozkırları geçip dağlara tırmanırken, güzel şarkılar eşliğinde otobüsün camından geçip giden yerleri (acaba geçip giden ben miydim?), koyunları, nehirleri, karları görünce sevinmiştim. insanlarla konuşmak yerine yolu seyretmeyi tercih ederim bu yüzden.
bir de sonbaharda okumayı çok seviyorum. ne olursa olsun.
umarım bizi yazdıklarından mahrum etmezsin, hep yazarsın. yoksa yine tehdit ederiz gerçi, bir şey olmaz :)
(çok önemli not: bloğunun saat ayarı bozuk sanırım. istanbul saatine göre ayarlarsan okuma listemdeki karışıklıktan kurtarabiliriz bu bloğu.
çok önemli not 2: az önce abuk yüzünden başıma gelen şey için de yorum formunu açılır pencere yaparak önlem alabiliriz. böylelikle silme tuşuna bastığımda sayfa geri gitmez ve yazdıklarım silinmez. çok üzüldüm yorumumun gittiğine.)
:)
bu yorum da silindi. neyse ki not defterine kaydetmiştim.
öncelikle ikinizin yorumları için de çok teşekkürler.
YanıtlaSilsevgili abuk, evet, nihayet cesaret edip yazdıklarımı koymaya başladım. itiraf ediyorum, "yayınla" butonunun karşısında 20 dakika karın ağrısı çektim. galiba tehditleriniz olmasa hiçbir şey koymayacaktım bu bloga da:) bu blogu yeni açtım, o daha önce birkaç yazıyı gördüğün eski blogumdu. ama çok güzel tepkiler aldım, cesaret buldum, artık koyacağım:)
ben de trenleri çok seviyorum ama bir türlü nasip olmuyor ne yazık ki. hele Sivas'tan (aslen Sivaslıyım ben) bindiğimde kışları, bembeyaz olur etraf, insan gözlerini açmaya kıyamaz karlara.
sevgili negatif, teknik sorunlar için uğraşıcam tamam:)
YanıtlaSilhaklısın, yollar çok garip, gitmekle gelmek arasında kararsız. oysa ki en kötü karar bile kararsızlıktan iyi değil midir? öyledir, öyle olmalı en azından.
ve ne güzel anlatmışsın yolculuğunu.
ben de sonbaharda okumayı seviyorum. dört mevsim okumayı sevmiyor muyuz zaten? ama biraz melankolik oldum ben, son zamanlarda biraz fazla şiir okudum galiba:
okumayı her mevsim seviyoruz ama yazları biraz zor oluyor. ilkbaharda da çiçekler böcekler derken bölünüyor biraz. kışın da okumayı seviyorum ama sonbahar bambaşka :)
YanıtlaSil