Evimin odalarında dolaşıyorum. Hiç durmadan yer değiştiriyorum. Her yerde sevdiğim eşyalar; sevmediğim zamanların içinde yüzüyor. Bu ev bana mı ait? Bu ev bana aitmiş gibi yapıyorum. Duvarlara bakıyorum. Benim olmayan duvarlara. Benimmişler gibi yapıyorum. Her gün sabah kalkıp, akşam yatana kadar duvarlara bakıyorum. Eşyalarım, mesnetsiz zeminlerde ayakta dikilmeye çalışır gibi. Her birine farklı bir yüzümü göstermişim. Hepsi farklı tanıyor beni. “Sen,” diyor biri, “sen bana haşin davranmıştın, alıp bir gün eline beni, alıp duvarlara savurmuştun.” Sonra beni hiç görmemiş birinin yanına daha gidiyorum. Her şeye iyi başlayalım bu sefer istiyorum. Neden sonra yine her şeyi berbat ediyorum. “Ben,” diyorum, “ben zannettiğiniz kişi değilim. Gördüğünüz kişi değilim. Bu ben değilim.” Susuyorum. Gitgide oluştuğum, ne kendini tanıyor; ne çevresini.
Kelimelerimi saklandıkları yerden çıkarıyorum. Evimin duvarlarını imliyorum onlarla. Hatta yemek yapıyorum, bulaşıkları yıkıyorum. Kahve pişiriyorum, çorba kaynatıyorum. Sonra şeytan diyor “Al duvarlara çarp hepsini! Dağıt, yeniden düzenle, dağıt, yeniden düzenle, dağıt, dağıt, dağıt.” Bana benzesinler bu defa istiyorum. Bari bu defa benden bahsetsinler. Hiçbir şey benden bahsetmiyor. Kelimeler yine elimde kalıyor. Çok sevdiğim kelimelerim; mütenahi, müşkül, mütebessim, müteşekkir, mütevazı… Tüm sıfatları aldığım yere geri götürüyorum. İadesi zor olmuyor soyut kavramların. Sıra yavaş yavaş somutlara geliyor. Dört bir yana dağılmışlar. Didik didik arıyorum; sessizce kol geziyorum. Çizgi filmlerdeki sevimli hayaletlerin sevimsiz yansımasıyım. Gittikçe beyazlıyor yüzüm. Kirece bulanıyorum. Yazık, beyaz sevmediğim bir renktir oysa. Hep yalan söyler. Şeytan diyor, tüm beyazları sorguya çek: “Neredeydiniz çarşamba günü saat 19.30 ila 20.30 sularında?” Biliyorum, yalan söyleyecekler. Yine yalan söyleyecekler. Savuracağım dört bir yana beyazlığı. Susacağım. Tüm bunların ne anlama geldiğini sorgulayacağım. Susup susup anlamlara geleceğim. Farklı farklı anlamlara. Bir döngünün içinde dönüp dönüp duracağım. Ne anlama geldiğimi bilmeyeceğim. Bilmek, öldürüyor bu aralar. Ölüp ölüp duracağım.
Sonra her şeyin bir anlama geldiğini sananlara bakacağım. Yazık. Kimse anlamına gelmiyor kendi kendinin. Ama söylemeyeceğim, uyarmayacağım kimseleri. Mış gibi yapmaya devam ediyorum. Bir anlamı varmış gibi. Ve bunların hepsini bir bir ezber ediyorum, sonra teker teker, hepsini bir daha unutuyorum. Neden sonra fark ediyorum, tüm bu cümleleri bir başkasınınkilerin yanına yazıyormuşum meğer. Güya yedek anlamlara geliyorum. Mış gibi yapıyorum. Sözüne değer verdiğim herkes küsüyor bana. “Çok yazık,” diyorlar. “Hiçbir şeyden nasibini alamamışsın!” Utanıyorum. Çok utanıyorum. Utanıyormuş gibi yapıyorum.
Edilgen fiillerde etkenliğimi arıyorum. Bulamıyorum. Bir heyecan geliyor, yutkunamıyorum. Geldiği gibi geri gidiyor. Nereye gidiyor? Nereye gidiyor benim konuşma sebebim? Bu gördüğünüz tüm dünyayı anlatabilirim bugün size. Sahi, anlatabilmiş miyim? Yoksa yine mış gibi mi yapıyorum? Tüm bu dünya birbirini uyarıyor benim hakkımda. “O, tehlikelidir biraz.” diyorlar. Ben, bazen ölüm tehlikesi içeriyorum. Gülüp geçiyorum.
Zor zamanlar için biriktirdiğim bahanelerimi kaybediyorum. Ne de gülünç duruma düşüyorum. Mış gibi yapmaya devam ediyorum. Her taraf işgal altında. Kimsenin beni bulamayacağı bir yer yok artık. Öyle bir yer yok. İçime saklanıyorum.
(dipnot: Bunu 4 gün önce yazdım.)
Bilge, bu yazı çok lezzetli olmuş (sanki türk usülü yemek eleştirisi yapıyorum burada değil mi? ama olsuni leyla ile mecnun'da mecnun şirin ile olan ilişkilerini de yemeğe benzetmişti, bak böyle anlatınca hiç komik durmuyor. Farkındaysan parantez içini çok uzattım). Özellikle,
YanıtlaSil"Sonra her şeyin bir anlama geldiğini sananlara bakacağım. Yazık. Kimse anlamına gelmiyor kendi kendinin. Ama söylemeyeceğim, uyarmayacağım kimseleri."
şu kısmı çok sevdim. Üzerine paragraflarca tartışabiliriz bak? Beni çığrımdan çıkarma bilge.
Ama hiç haddime olmayarak (hem haddime olmayarak diyerek başlayıp da ardından bir şey hakkında şöyle-böyle konuşan insanlara çok gıcık olmuşumdur, ki şimdi aynısını ben sana yapacağım hazır ol), yazının bir yerinde kulağımı tırmalayan yere dikkat çekeceğim;
"Benimlermiş gibi yapıyorum."
burada bilmiyorum bilerek mi yaptın ama, okurken birden duraksatıyor insanı bu cümle. "benimmişler" gibi olsa daha akıcı olacak bence hem, yazıyla aynı doğrultuda. Yani şimdi kızıp bağırıp çağırabilirsin ama ben sadece okurken sadece orada duraksadığımı belirtmek istedim :(((
abuk, had ne demek yahu!?. cıs kelime o, cıs. çok rica ediyorum, eğer yanlış gördüğün bir şey olursa çekinmeden söyle. hatta de ki, "bilge böyle de saçmalanır mı, ne yapmışsın!" de yani, niye demiyorsun? niye üzülen surat koyuyorsun? eleştirmezsek birbirimizi nasıl ilerleriz? ilerleyemeyiz, olduğum yerde sayakalırım ben de. daha katetmem gereken milyonlarca kilometrem var. niye kızayım ki? bilerek yapmadım onu, dikkatimden kaçmış.
YanıtlaSilçığırdan çıkma mevzuuna gelince, sen okurken çığrından çıktıysan ben yazarken nasıl çıktım, hesap et. anlamını kaybeden birtakım insanlar var, hatta insan toplulukları kimi zaman. olaylar olaylar. ne yapsam bilemedim, ben de gücümün yettiğini yaptım işte, oturdum karaladım. uyaramıyorsun da kimseleri, "nerede anlam? daha geçen gün buralardaydı oysa" diye. bak yine raydan çıktım işte. sen de beni çıkarma o zaman :(
beğendiğine sevindim :) lezzetli olduğuna ise daha da çok sevindim :)
"Kimsenin beni bulamayacağı bir yer yok artık. Öyle bir yer yok. İçime saklanıyorum."
YanıtlaSilBuraya geldim, durdum. Bu, dedim. Barthes'ın "işte bu" anı.
Ben de içime saklanıyorum. Öyle bir yazmışsın ki beni saklandığım yerde bulduğunu düşündüm. Nasıl olur böyle bir şey değil mi? Olmaz ama oldu işte. Tedirgin olmadım, başka yere saklanayım demedim. Olduğu gibi kabul ettim.
olur negatif. saklandığımız şeyler aynıysa saklandığımız yer de aynıdır. o yüzden olur, neden olmasın?
YanıtlaSil