Eylüldeki yol yazımda “İnsan nüfus kâğıdına göre yaşamıyor ki” diye not düşmüştüm. Benim ailem için geçerli bu, yılın bir kısmını Mersin’de, bir kısmını Sivas'ta geçiriyorlar. Tam göçebe hayatı bizimki. Ben de göçebeliğe devam ediyorum haliyle. Ama bu sefer trene bindim ben! Tabii benimkine binmek denirse; zira trenle bütünleştim adeta. 20 saat süreceğini sandığım seyahat tam 26 saat sürünce trenle ve oturduğum koltukla ahbap olduk. Haydarpaşa’dan Sivas’a kadar tam 26 saatte geldik. Trene binmeden önceki süreç ise çok daha tuhaf. Biletimi internetten rezervasyon yaptırmıştım ama gidip almadığım için iptal olmuş. Gişe memurunun “iptal olmuş” demesiyle elim ayağım birbirine girdi. Biliyorum ki otobüslerde de hiç yer yok. Gişe memuruna gidip “ben o trene binmeliyim, yerde de otursam binmeliyim, bir yolu yok mu?” diye yalvardım. “Kondüktör’e git, sor” dedi. Koştum, kondüktörü buldum, adam Sivaslı çıktı! “Aa bu benim kızım yahu” diyip aldı bir vagona oturttu beni. Yüzde yüz cezalı bilet kesiliyormuş normalde, bana normal bilet kesilmesini sağladı. Eğer bir sıkıntın olursa gel beni bul dedi. Sonra tüm yolculuğum boyunca gelip geçen tüm personeller bana koruyucu melek gibi davrandılar. Korkup uyuyamadığımı sandı hepsi, “kapını kilitle de uyu” diyeni mi sayayım, vagonuma gelip oturan çaycıyı bir bakışıyla vagondan çıkaran “bunlara güvenme sakın” diyeni mi sayayım. Tek başıma seyahat ediyorum diye pek acıdılar galiba. : ) Oysa bundan daha alışkın olduğum başka bir şey yok.
Eskişehir’den sonra etraf bütün beyazdı. Ekin tarlalarına bile kar yağmış. Evler, bahçeler, suyu donmuş dereler… Bir de en çok kardaki ayak izlerine dikkat ettim bu sefer. Yabani hayvanların izlerini sürdüm. Gece ava çıkan hayvanların izini sürersem başka bir yerlerde yürümeye devam ediyorlardır diye düşündüm. Tabii o kadar uzun sürede sadece yolu seyretmedim, tam beş tane film izledim. Biutiful, Once, Blindness, Lost in Translation, Bir Tutam Baharat. Günlük film izleme rekorumu da kırmış oldum böylelikle. Özellikle Bir Tutam Baharat’ın konusu çok ilginçti. 60’lı yıllarda İstanbul’daki Rumların Yunanistan’a tehcir edilmesini masalsı bir üslupla anlatıyor. İyi bir sinema izleyicisi sayılmam, o yüzden çok yorum yapmıyorum ama Biutiful da çok iyi bir filmdi. Küçük bir kız çocuğu penceremden film izlediğimi görüp yanıma geldi. Ama benimle hiç konuşmadı, adını sordum, söylemedi. Annesinin “Dışarıda yabancılarla konuşma” sözünü tutuyordu galiba. İyi ki “Yabancılarla film izleme” dememişler. Sivas’a yaklaştıkça cama vuran yağmur damlalarının donması biraz korkutmadı değil, ama memlekete yaklaştığımızın işaretiydi bu.
Virginia Woolf’un güncesine başladım bir de. “Yazı hep çok zor diyor” Woolf. Yazdıklarına özeleştiri yapıyor, beğenmiyor, neredeyse “paçavra” diyip duvara savuracak. “Ya olmasa da olur bir yazarsam?” diye soruyor kendi kendine. Tüm bunları okurken, Woolf bile böyle hissediyorsa vay halimize diye düşündüm. (Gerçi pek çok yazarda da aynı şeyi okudum, “bir daha yazamayacağım” korkusu hep hâkim bir hissiyat) Yazı için kendine günün belirli saatlerini ayarlıyor, yazamadığı zaman huzursuzlanıyor, sinirleniyor, üzülüyor. Bu durumda biraz manik olmasının da etkisi var tabii. Yazdıklarına tarafsız bakış açısıyla yaklaşıp acımasızca eleştiriyor. Yırtıp atıyor bazen. Ferit Edgü çok haklı, “Bir elinde silgi, bir elinde kalem; işte böyle yazılır.” Bence, sildiklerimiz de yazdıklarımıza sayılmalı. Sildiklerimizi daha çok yazıyoruz aslında. Yazıp yazıp silmek, silip silip yazmak gerekiyor, bıkıp usanmadan.
Yuh 28 saat çok uzun ya. Neyse ki atlatmışsın. Bilet olayı can sıkıcıymış. Neyse ki çözmüşsün ya.
YanıtlaSilBiutiful ve Bir Tutam Baharat'ı izlemedim. Diğerlerini izlemiştim. Onların arasında Once'ı görünce tebessüm ettim. Defalarca izledim. Çok severim o filmi.
Yazmak gerekiyor tabi. İyi ki yazmışsın bu blogu da :)
Once'ı ben de çok sevdiiim :) şarkılar da ne güzeldi değil mi? :))
YanıtlaSilEvet müzikler şahane. Filmdeki grubun ismi The Frames. Rol icabı değil gerçekten müzisyenler onlar zaten.
YanıtlaSilöyleymiş evet, yeni grubum oldu benim de böylelikle :)
YanıtlaSilYine Ferit Edgü demişsin. Ne diyeyim.
YanıtlaSilGünden güne güzelleşiyor bu yazılar. İki kere okudum. Ne şanslıyız, iyi ki yazıyorsun.
hiç demem mi? Ferit derim, Edgü derim ayrı ayrı, Ferit Edgü derim, itinayla derim hem de:) okuduğum en eğlenceli Aforizmalar kitabından alıntıladığım söz.
YanıtlaSilyalnız şans filan demişsin, asıl ben okuyorsunuz diye şanslıyım. çok teşekkürler, iyi ki varsınız.