30 Kasım 2011

Uyuyamayanlar #1


                                              ama bu harika değil mi? sayfa sayfa uyurdum! :)

                     
                                                                          ve

                                     

                                            Kafabindünya-Yapılabilecek bir şey yoktu.

                             
                                      gecenin post-rock şarkısı da uyuyamayanlara gelsin öyleyse:)



.







28 Kasım 2011

(Tesadüf Bu Ya!:)

     



  " ... Kız belli ki, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünüyordu. Zaten bu dünyada çoğunluğu, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünenler ile kimsenin kendisini sevmediğini düşünenler oluşturur, geri kalanı ise Vüs'at O. Bener okurudur."


                    Barış Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi, İletişim Yayınları, 2011, syf. 114




Tam da harika bir Vüs'at O. Bener sempozyumundan dönerken, tüm gün Bener'den bahsetmişken, otobüste elimde Bıçakçı'nın son kitabı. Okuduğum cümleyle hayretler içinde kaldım. Hayatın açtığı parantezler güldürdü bu sefer. Twitter'dan ve blogdan tanıştığımız gökçe ile (bknz. http://golgeliyol.blogspot.com/) güzel ve bol edebiyatlı bir gün geçirdik. Ve tıpkı dün sahafını gezerken arkadaşlarımla beni uyaran şeker amcanın da dediği gibi "Kitaplar insanın başına güzel işler açar, hiç ummazsın."


Sinek Isırıklarının Müellifi'ni bitirince geri geleceğim. Lakin, şimdi gidip bir yığın ödev, çeviri ve dosyamın başına geçmem gerek.


iyi geceler:)




.

26 Kasım 2011

Garibime Gidiyor Bazen

           



             Garibime gidiyor bazen. Öğrencisi olduğum dünyanın, öğrencisi olduğum yurdun pencerelerinden aşağı bakıyorum. Yoldan gelip geçiyorlar. Onlar geçiyorlar diye bakmıyorum. Ben baktığım için geçiyorlar. Kimse yukarı bakmıyor. Bakmasınlar. Mühim değil. Ben kitap okuyorum, kimsenin kafasını kaldırmadığı bir yükseklikte. Azıcık kafamı uzatsam boğaz görünür. Gökyüzünden çaldığı mavilerle ve o çok sevdiğim simitçi martılarıyla boğaz. Azıcık kafamı uzatsam, daha neler göreceğim kim bilir.  Garibime gidiyor bazen. Elimde değil, düşünmeden edemiyorum, bu hızdan tereddütlüyüm. İstesem de, istemesem de radara yakalanıyorum.  Lunaparkta gondollara binemeyen çocuktum ben. Hızlılardı. Şimdi saatte kaç kilometreyle koşuyorum? Hız trenleri geçiyor yanımdan. Biletler kesilmiş, bana da kesilmiş. Biniyorum, gidiyorum. Nereye çekilse giden bir tren bu. Düşünmeden binilen. Elimden tutuyor yanımda oturan. Ürkmüyoruz, radar yok, polis yok, saniyede 1500 metre kat ediyoruz.  Lunaparkta gondola binemeyen çocuktum ben. Çok belli, ben büyüdüm ve kirlendi dünya.  Yoldan gelip geçiyorlar. Hiç bakmıyorlar. Garibime gidiyor bazen.




                                                    
                                                  Ane Brun'dan "Big in Japan" cover'ı









14 Kasım 2011

Sonsuzdan Korkmak

.


Bilinçaltımı tarıyor cümleler. 3 kelime ediyorum, 3 kelime kendiliğinden geliyor. Ben 3 kelime, o üç kelime. Ben 3, o 3. Bilincim bilinçsizliğe karışıyor. Konuşuyorum, durduramıyorum, elimden ne gelir? Elimden ne gelir? Benim elimden ne gelir? Ne? Kısa bir hikâye anlatıyorlar, dinliyorum. Susuyorum, konuşuyorum ama baştan ayağa dinliyorum hani, enikonu dinliyorum. Kurgusu yok, mesajı yok, ama girişi var, gelişmesi bile var. Sonu? Sonu yok. Sonu hiç olmamış. Sonsuz.  

Hiç kurmadığım cümleler dökülüyor ağzımdan. Cümlelerle hayatımı geçiriyorum, cümle kurmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Hiç duymadığım cümleler. Çeperimde bilinmedik korkular, seçici geçirgenliğim nerede? Hücre duvarım zaten ölü. Korkular gelmiş. Espri yapıyorlar, anlamıyorum. mizah anlayışları garip.

Gitmek istiyorum, sadece gitsem. Kolumu çeksem omzumdan, omzum yerinde kalabilir. Kolumu alıp götürsem, gitsem. Ama öyle nereye olursa değil, sadece kendimin yanına gitsem.

Sonsuzluktan gelen uyarı: "Sen sonsuz değilsin, benim sonsuz. Sakın kaytarma, susma, konuşma da. Başkaca işin yok mu? Başkaca işin yok mu? Başkaca işin yok mu? Başkaca işin? Başkaca?? Sus. Konuşma."

Sonsuzluğa söz verdim Konuşmayacağım. 

Diyorum, oradan gelenlere karşı koyamayız, çok çetrefilli bu. Vazgeçelim.

Hiçbir işim yok artık benim, sadece korkuyorum. Bu da insani bir his, öyle değil mi?  

Korkuyorum.

Korkudan korkuyorum.

Korku.  



.

08 Kasım 2011

Dorian Gray'in Portresi




Sanatçı güzel şeylerin yaratıcısıdır.
           Sanatı göz önüne serip, sanatçıyı gizlemek sanatın amacıdır.
Eleştirmen, güzl şeylerden edindiği izlenimi başka bir üsluba ya da yeni bir malzemeye dönüştürendir.
           En alçak eleştirinin en yüce biçimi özyaşamöyküsüdür.
Güzel şeylerde çirkin anlam bulanlar, sevimi olamadan yozlaşmışlardır. Bu bir hatadır.
          Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar kültür ve zevkleri gelişmş kişilerdir. Onlar için umut vardır.
          Onlar güzel şeylerin salt Güzellik ifade ettiği seçkinlerdir.
          Ahlaka uygun olan ya da uygun olmayan kitap diye bir şey yoktur.
          Kitap denen şey ya iyi yazılmış ya da kötü yazılmıştır. Hepsi bu.
Ondokuzuncu yüzyılın realizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada görmeyen Caliban’ın öfkesidir.
          Ondokuzuncu yüzyılın romantizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü  aynada görmeyen Caliban’ın öfkesidir.
İnsanoğlunun ahlaki yaşamı, sanatçının özne-malzemesi olsa da, sanatın ahlakı, kusurlu bir ortamın kusursuz olarak kullanılmasından ibarettir.
          Hiçbir sanatçı herhangi bir şeyi ispatlamak isteğinde değildir. Doğru olmayan şeyler bile ispatlanabilir.
Hiçbir sanatçı etik sempatiler dışında koşmaz. Sanatçının bu tür eğilimler göstermesi bağışlanmaz bir biçimsel özenti ve abartıdır.
          Sanatçı hiçbir zaman karamsar ve marazi değildir.
          Sanatçı her şeyi ifade edebilir.
Sanatçı için düşünce ve dil sanatın araçlarıdır.
          İnsanın kötü huylarıyla erdemleri, sanatçı için bir sanat hammaddesidir.
Biçim açısından tüm sanatların en üstün örneği müzisyenin sanatıdır. Duygu yönünden en üstün olansa aktörün sanatıdır.
Tüm sanat aynı zamanda hem yüzey hem de simgesidir.
Yüzeyin altına inen Tehlikeyi kabullenir.
Simgeyi okumaya kalkan Tehlikeyi kabullenir.
Sanatın aynasında yansıyan, aslında yaşam değil seyircidir.
Bir sanat yapıtı üstüne yürütülen fikirlerin çok çeşitliliği, o yapıtın yeni, karmaşık, ve canlı, yaşamsal olduğunu gösterir.
Eleştirmenlerin fikirlerinin çeliştiği yerde sanatçı kendisiyle uyum halindedir.
Yaptığına hayran kalmadığı sürece insanın; işe yarar bir şey yapması bağışlanabilir; işe yaramaz bir şey yapmasının tek özrüyse ona derinden hayran olmaktır.
Sanat tümden kullanım dışıdır. 

Oscar Wilde, Dorian Gray'in Portresi, Can Yayınları, Çeviren Nihal Yeğinobalı, 2002


İşbu cümleler benim gibi hiperaktif bir okuyucuya bile önsöz okutmayı başarmıştır.


ve;



Noir Désir-Le vent Nous Portera


yahu, ne güzel şarkısın sen. Fransızca aşkımın depreşme sebebi, gel bakayım yamacıma, kitap okuyalım seninle... 





05 Kasım 2011

Son iki haftadır neler karıştırdın, sevgili beynim? (What the fuck were you doin' for the last two weeks my dear brain?)

              


          “Evvelce yazdığım birkaç şeyi mi paylaşsam?” dedim ama hile yapmak gibi olurdu bu. “Bu yazamamak neden?” diye sordum bu sefer kendime. Bana sorarsanız, yani diyorum ki bence, ben kendimi rahat bıraksam herkes ve her şey de rahat bırakabilir aslında. Ama kendimde, kendimi rahat bırakacak cesareti bulamıyorum nedense. Soruya cevap şöyle olabilir, yazın kötümserlikten doğarmış. Ondan olsa gerek, bir süredir doğru dürüst hiçbir şey yazamıyorum. Üzerimdeki bu -anlamsız ve kaynaksız olmasından çok korktuğum- iyimserlik geçerse diye tereddütlüyüm. Raydan çıkmalardan ürken, ayağı yere basmayı seven insanlardan olmak çok sıkıcı bir şey aslında, bunu da biliyorum. Ama hiç vazgeçememek var bundan, vazgeçemediğim için kendime biraz kızıyorum. Bunu değiştirmek çok zor galiba. Belki de bazen raydan çıkmak gerekiyordur. Emin değilim henüz.

             Evet, kafayı toparlayamamanın doruk noktasındayım, fiziki yorgunluklara alışkınım da, her bir parçası ayrı bir yerlerden toplama bu yorgunluklara alışamıyorum. Kilometreler, kıtalar  ötesinden bir “selam” yanıbaşımdaki iki(2) “selam”a dönüştü. Selam Arapçada “benden sana zarar gelmez,” demekmiş, yeni öğrendim. Ama her selam veren zarar vermeyecek diye bir şey de yok hani. Parmaklarımla uzun uzun, sayılar  saymak istemiyorum ben artık. Üstelik matematiğim de kötüdür. Sorduğum soruların cevaplarını almak ya da almamak önemli değil diyordum. Geç cevap alınca önemli olabiliyormuş demek ki. Soruların cevapları mı geç, yoksa ben aceleci bir sorgucu muyum?

               Bu kadar çok şey söyleyip hiçbir anlama gelmemenin zirvesinde de olabilirim. Ya da çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey diyememenin. “Tereddütle susma”nın.  Sözün özü, “Bu iş zor yonca.” Çünkü insanların aylar boyunca hiç soru sormadan durduğu şu sıralar ben hiçbir yere koyamıyorum fikirlerimi, sorularımı.

            Bir de şu var, düzelti yaparken sırf bitişik mi yazılıyor ayrı mı diye sözlüğe açıp baktığım “boş vermek” kelimesinin argo çıkmasıyla şaşırıp kalmıştım bir zamanlar. Ayrı yazıldığının şokunu atlatamamışken, bir de argo olduğunu öğrenmek beni derinden(!) etkilemişti. Kelimeler özerkliklerini ilan ettiklerinde birbirinden ayrı yazılırlar. Eğer harf alıp verirlerse, aralarında bu türden tensel bir temas söz konusu olursa bitişik yazılırlar. Boş kelimesinin “vermek”ten bağımsızlığı varmış meğer. “Boş vermek”. Demek ki boş'un vermekten ayrı bir kimliği var bu bağlamda. Üzerinde hâlâ düşünüyorum. 


           Ha bir de, -ben de dahil(?) olmak üzere- “Bu büyükler çok ama çok acayip.”

            …

           Herkese iyi bayramlar dilerim. 


Bu da bugünümün şarkısı



Werewolf'un canlı kaydı varmış meğer, ilk defa dinledim, mutluluk kaynağı oldu:)





.