31 Ağustos 2012

Kabus Gördüm




Sabahına tecavüz sanıklarının tahliye edildiği haberiyle uyandığım günde zaten kendime gelmek için insanüstü çaba harcadım.

Az önce uyandığım uykuda ise berbat bir kabus gördüm. İnsanların burunlarına hızma ya da halkaya benzer aksesuarlar takmışlar, bunların ucuna hangi milliyetten olduklarını beyaz kağıtlar üzerine yazmışlardı. Düşünsenize, hepimiz damgalı gibiydik. Herkes birbirine hangi milliyetten olduğuna göre davranıyordu. Otobüste Afrika asıllılara yer vermiyorlar, hor görüyorlardı.

Uyumaktan korkuyorum artık. Her uyanışım daha sancılı hale gelmeye başladı.






15 Ağustos 2012

Mırıldandığım Şiir


Evvelce okuduğun kitaptan şimdi farklı bir tat alıyorsan bunun adına "büyümek" 
derler, "olgunlaşmak" derler. Evvelce okuduğun bir şiirden şimdi farklı bir tat 
alıyorsan, buna "aşk" derler.



MIRILDANDIĞIM ŞEYLERSİN

   Senin Harflerin İçin

1.
Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
kapanınca harflerinin kapısı: Adın
şiirim!
Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın
cennetim!
Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
ve haylaz suyundan öpsem küskün
bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin
cehennemim

2.
Mırıldan dur bana, senin üstüne harf
getirmem daha, ağız ağıza duruyor
harflerin: Sevmenin birinci hâli gibi
telaşlı duruyor da ben utanıyorum
üçü bakarken birini öpmeye senin!

3. 
Harflerin aralanmış
sesliler sevişiyor
sessizlere bu cümlede
sıra gelmeyecek gibi

Harflerin yatışınca
belki duyarsın içinde
sessizlerin uykusuz
kaldığı o cümleyi

Aşkı seslendirirken
unuttuğun mırıltı
bizi sessizliğimizden
doğru bağışlar belki

4. 
Bir ses sesini öpse
harflerin uykusuz kalır

5.
Dün sabah önünden geçtim
kağıt gibiydi harflerinin yüzü
araları açılmış olmalı
bütün gece sevişmekten

6.
Mırıldandığımız şeyler
kalmayınca aramızda
ağızda söz, gövdede ter,
bir aşk bunlarla biter

7.
Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!



Haydar ERGÜLEN

13 Ağustos 2012

Beyin akması





İnsan en çok kendine karşı çaresiz kalıyor. Belki pek çok kimseye karşı gelebiliyor, hatta yenebiliyor da. Ama kendi kendini yenmesi o denli zor ki. Ve tam da “yendim işte!” derken, başka bir savaş açması yeniden. Tıpkı tüm hikayelerin de ihtiyaç duyduğu o çatışma anında hissediyorum kendimi. Bir silah varsa ortada çekilmeli, diyorum. Bir şeyi söyledimse sonunda ortaya da çıkarmalıyım diyorum. Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı diyorum. Çatışmaktan vazgeçiyorum.


Sahile iniyorum. Bulunduğum şehrin denizi öyle değişken ki. Sabahları, öğlenleri yahut akşamları fark etmeksizin aniden kabarabiliyor. En çok dalgaların sesini seviyorum. Aklıma hep Virginia Woolf geliyor. Yaşasaydı, “nasıl düşündünüz dalgaların sesiyle ritmik bir metin yazmayı?” diye sorardım. Küçük bir çocuk parkında bir salıncak buluyorum kendime. Sonsuz göğe bakıyorum. Birden sevinirim belki. Belli olmaz.

Hep en zayıf noktamızla sınandığımızı düşünürüm. Ben dünyanın en sabırsız insanıyım, hep sabırla sınanıyorum. Nereye gitsem götürdüğüm kendimi bi yerlerde bırakma isteği uyanıyor yine içimde. Neden sonra bundan da vazgeçiyorum. Bir kez daha, kendi sesimi duymak istemediğimde hep yaptığım gibi, gürültülü bir müzik açıp yürümeye devam ediyorum. Çiviyi ancak çivi söküyor ne de olsa. 




09 Ağustos 2012

Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka






İçinde dönüp durduğum, metruk bir evi terkediyorumuşum gibi bir his. Eski bir sanrıya kulak veriyorum. Bir yalana kanıp kanıp vazgeçiyorum. Kaynağı belirsiz, nerede yetiştiği bilinmeyen duygular çoğaltıyorum içimde. Sağ yanımda biriktirdiğim korku, solumda bir yaşantıya dönüşüyor şimdi.

Uzunca bir yazı birikiyor parmaklarımın ucunda, önce cümleleri sonra sözcükleri sonra harfleri saklıyorum, kimselere göstermiyorum. En son sesler biriktiriyorum boğazımda, boğazım şişmiş, kimse anlamıyor, hastalandım sanıyorlar. Oysa ben susuyorum, hastalığa tutulmuş gibi susuyorum.

Bacaklarımı hissetmiyorum, ayaklarım uyuşmuş. Binlerce karınca geziniyor bacaklarımda. Hiç korkmuyorum. Korkacak bir şey yok. Korkacak bir şey yok.

Ellerim. Ya ellerim? Bir nehrin kenarına bırakmıştım en son, temizlenip paklansınlar diye. Şimdi neredeler? Uzuyor ellerim, uzuyor, uzuyor, uzaklara kaçıyor. Ama nasıl olur ellerim, beni nasıl bırakır?

Nerede olduğumun bilgisini kaybediyorum. Neredeyim? Burada değilim. Ben burada değilim. Ben buralı değilim, siz beni görmüyorsunuz aslında. Ayna ayna, söyle bana, benden başka var mı olmayan burada? Söyle ayna, hadi söyle, ben burada değilim ki!

Koşmaya başlıyorum. az önce bacaklarımı hissetmezken şimdi nasıl oluyor da koşuyorum. Ellerim, ellerim nerede? ellerimi gördünüz mü? Buradan geçtiler mi? çok uzağa gitmiş olamazlar. Ellerim?

neyi buldumsa kaybediyorum. Her şey kayıp gidiyor ellerimden.Sonsuz bir uzama doğru yol alıyor.  Her şeyi kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Oysa bilmiyor muyum, hiçbir şeyi olmayan her şeyi kaybedemez.

Hiçbir şeyi olmayan her şeyi kaybedemez.