13 Mayıs 2012

Gece





Örtüsü katran karadır kimi gecelerin. Gece olmasın diye uğraşırsın, olmasın siyah. Yürümek dahi yetmez, sokaklar hep biter. Kitaplar da biter üstelik. Yavaş yavaş okursun. Bir şeyler ararsın içinde, tadı tanıdık. Bulamazsan fena. Bulursan daha fena. İki arada bir derede.

İnkâr ettiklerini bir bir getirir koyar önüne gece; nankördür, halden anlamaz. 



06 Mayıs 2012

"Yani insan bir savaş alanıydı."



Bu aralar dikkatimi çok uzun süre toplayamadığımdan ötürü ancak kısa öyküler okuyabiliyorum.  Hal böyle olunca, çocuk edebiyatından eksiklerimi tamamlamak çok iyi bir fikir gibi geldi. Hasan Ali Toptaş’ın kitabını atlasam elbette olmazdı. Yazarın daha önce Gölgesizler, Uykuların Doğuşu ve Yalnızlıklar’ını okudum. Bu üç kitabı okumayanlara kesinlikle öneririm. Ben bir Gürgen Dalıyım ise “masal işte” diyip geçilmemesi gereken bir kitap. Yazar diğer kitaplarında tutturduğu fantastik, şiirsel dili burada da devam ettiriyor. Kendine has nadir kullanılan sözcüklerini azaltsa da, vazgeçmiyor. Çocuklara yetişkin dünyasının karanlığını yer yer acımasıza yakın bir dille anlatıyor. Kitap, Beşparmak Dağları’nda bir gürgen ağacının kesilme sürecinde yaşadığı korkuları ve sonrasında halen yaşamaya devam ederken neler hissettiğini çocuk saflığıyla dile getiriyor. Aşağıda kitapta altını çizdiğim alıntıları bulabilirsiniz.


Ömrümün iplerini elinde tutan insanoğlundan, uzak bir köy kahvesinde eğri bir sandalye bacağı olmayı bile isteyemezdim.
Ak sakallı dedenin dediğine göre, böyle bir şeyi istesem bile, insanoğlu beni duymazdı zaten.
Sağırdı çünkü o; kokularıma da, yeşilliklerime de, duruşuma da sağırdı.
Sözün özü, insanoğlu benim soyumun dilini çözememişti henüz; kokuca konuşsam da anlamazdı, renkçe konuşsam da… (s.27)


(İ)nsanın zalimliğine ağaçlarla kuşlar, böceklerle otlar, hayvanlarla taşlar değil, ancak insan karşı koyabilirdi.
Dönüp dolaşıp insanda başlıyordu her şey, dönüp dolaşıp insanda bitiyordu.
Gerisi boştu…
Yani insanın karışmadığı her şey bir masaldı… (s.51)


(A)dına savaş denen şey, yeryüzünün herhangi bir noktasında başlayıp herhangi bir noktasında bitmezdi.
Her şey gibi, o da insanda başlayıp insanda biterdi.
Bu yüzden cepheler falanca dağda ya da falanca ovada değildi.
Cepheler, bütün acımasızlıklarıyla insanoğlunun içindeydi.
Toprağı titrete titrere yürüyen tanklar, art arda gümbürdeyen toplar ve durup dinlenmeden kurşun kusan tüfekler insanoğlunun içindeydi.
Hatta, henüz icad edilmemiş silahlar da insanoğlunun içindeydi.
Yani insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta, okşayan, konuşan, susan, çiçekler açıp çiçekler veren bir savaş alanı…
Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan?
Şöyle güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengarek bir barış bahçesi? (s.76)

Hasan Ali Toptaş, Ben Bir Gürgen Dalıyım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003


05 Mayıs 2012

Is there really something like that?

Modernizme tepki şarkısı Morissey'den gelsin

                                                  Morissey-Something is squeezing my skull


I'm doing very well
I can block out the present and the past now
I know by now you think I should have straightened myself out
Thank you, drop dead

Oh, something is squeezing my skull
Something I can barely describe
There is no love in modern life

I'm doing very well
It's a miracle I've even made it this far
The motion of taxis excite me
Will you peel it back and bite me?

Oh, something is squeezing my skull
Something I can barely describe
There is no hope in modern life

Oh, something is squeezing my skull
Something I can't fight
No true friends in modern life

04 Mayıs 2012

“Hiçbir kitap her güçlüğü çözmeyecektir.”



Yolculuk bir yola vurmaktır kendini. (S.14)

Gerçeklik dediğimiz her birimiz için imgelerimizden başka bir şey değildir, bir bakıma. (S.17)

Bir dünyanın betimi bir bakışın da betimidir çünkü. (s.18)

Yazarın sunduğu “kimya”, metindedir. Belli bir kişinin, belli bir anda üretmiş olduğu bir kimyadır bu. Ya okurun okuduğu? Sorun daha da karmaşıklaşıyor bu noktada. Okur da “kendi gözü” diyebileceğimiz bir “almaç”la okumaktadır. Yani kendi imgelerini, imge dizgelerini okumasına uygulamaktadır.  (s.21)

Yeni, elbette, ancak yeni olmayan karşısında vardır; “bilinen”, “görülmüş”, “eski” adlarını da verdiğimiz “yeni olmayan” karşısında… Bilinmedik, görülmedik bir şeydir… (s.38)

Yazı kendini söyler, söylemediğini yok eder. Bir de; ara bir yol olarak, yok ettiklerinin bir bölüğünü sezdirebilir. Sezdirdikleri “var” değildir ama “yok” da değildir. Yazının alacakaranlığı, çok üretici olabilir… (s. 70)

Bilge Karasu, Ne Kitapsız Ne Kedisiz; Metis Edebiyat, 1994








.

02 Mayıs 2012

Sus



I

Sen, gece yarısı
aklımın bekleme salonu,
sen, gece yarısı
sol elinde yaşadığım,
sesine kapaklandığım.
sus,
siyahlanayım.

Sus.


II

Sessizlik, dindir şehirlerde.
Konuşmak;
şirk koşmak.
Sus sevgilim,
Şşt,
Sesinin perdelerinde günaha girmekteyim.

Sus.


III

yanıbaşımdan sesin akıyor,
durduramıyorum.
Avuçlarıma karışmışsın;
Bir bir ayıklıyorum parmaklarını.
Sus sevgilim,
Sözcüklere elbise giydirmekteyim.

Sus.


IV

Aklıma gelmişsin gibi bir gece yarısı,
şiir yazıyorum sana.
gibidir
olmayanlar.
Olduğun zamanlarda sustuğun gibi
Yine sus sevgilim.
Sus.
Hiç olmadığın gibi,
Hep olduğun gibi.
Ama sen,
sadece
sus.



01 Mayıs 2012

Uyan artık uykudan uyan!

Yüzümde güneş yanığı, hâlâ marşlar okuyorum içimden.

kutlu olsun!








.