17 Haziran 2012

Yol'suz



Özensiz düşlerin peşinden koşuyorlar. Başkalarının düşlerinin. Yetmezmiş gibi başkalarının düşlerini de çalıyorlar. “Düş çalmak” en büyük suç ilan edilmeli bu ülkede, en büyük günah. Söz gelimi, arkasından konuşmalıyız bir başkasının düşünü çalanın; hayali cezalar vermeliyiz mahkemeler-üstü bir evrende. Gözdağı vermeli, bir daha yapmasın diye elimizden geleni ardımıza komamalıyız.

Gözlerimde umutsuzluk beliriyor apansız. Düşlerimi çalmışlar. Olur iş değil. Nasıl yaparlar bunu. Bana bunu nasıl yaparlar? Suçu kendimde buluyorum yine. “Demek ki,” diyorum, “demek ki iyi düş kuramamış, iyi hayal edememişim ben.” Daha iyi yapmalıyım oysa.

Böyle olmuyor, olmayacak. Böyle olmamalı. Küçük bir çocuğun merakıyla göz gezdiriyorum etrafa. Kimse kalmamış yine. Ben yine kocaman bir odada, küçücük kalmışım. Bir hissizlik peyda oluyor. En korktuğum. Sebepsiz hüzünleri tercih ederdim hissiz olmaya. Nereden geldi bu duyumsayamama hastalığı?

Vazgeçiyorum. Olduğu gibi bırakıp, ben yine kendime dönüyorum. Bir ‘oluş’un kapısına oturmuş, ‘olma’sını bekliyorum. Ama ne bekleme! Kullanılmamış bir gökyüzü yok artık üzerimde. Tüm kelimeler söylenmiş. Tüm harfler tüketilmiş. Tüketmek, en iyi becerdiğimiz. Tüm duygular hissedilmiş, üstelik; tüm yollardan bile geçilmiş. Yolsuzluk.

Şimdi ben, ‘eski’den bir yeni yaratıyorum parmaklarımın ucunda. Bitimsiz bir gökyüzünü işliyorum yavaş yavaş. Kimseye duyurmaksızın, dünya üstüne bir dünya daha kuruyorum.