.
Az evvel kaybettiğim bir kitabımı buldum. 4 yıldır bu okulda okuyorum, kütüphanenin bir kitabını bile kaybetmemiştim, aylardır arıyordum. Az daha utancımdan ölüyordum ki en olmadık yerde buluverdim; havalara uçtum resmen. Bunun üzerine kitaptan bir kısım paylaşmak farz oldu:
Yazmak Denen Cehennem
Yazmayı cehennem olarak gören başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum. Malraux yazmanın kahrediciliğine değinerek, ressamların mutlu, yazarlarınsa mutsuz kişiler olduğunu söyler. Örnek olarak da Matisse’le Picasso’yu gösterir. Henry Miller da resim yapmayı “yeniden sevmek” diye tanımlar. Kısacası ikisi de yazmayı, resmin yanında, kahredici bulurlar. Nedenlerini pek açıklamazlar, ama yazmak ediminin ne bela bir şey olduğunda birleşirler. Ben yazmak eylemini cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu, güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kağıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı yadsıyorum.
Az şey midir sözcüklerin zulmü? Sözcüklerin salt bir nesneyi algılamaları yeter mi? sesleri, kokuları, renkleri, çağrışımları yüklenmeyen bir sözcük nedir ki? Bir dizede yer almaları, o dizenin kendisi olmaları kolay mıdır? Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar? Sonra ilk dizenin direnişi, ele gelmezliği, kurumu, despotluğu? Bu acımasızlık, gaddarlık, kaderbilmezlik. Ya bir şiiri bitiren elin çektikleri? Kağıdın, kalemin kıyıcılığı? Sonra bilinçaltının, duyumun o korkunç tankeri beynin, bir uyum adına verdiği savaşlar? Asıl da ak kağıdın saçtığı cehennem?
Bütün bunlar nasıl görülmeyebilir, bir yana atılabilir? Ama bütün uğraşların yazgısı değil midir bu? Hangi iş bunu istemez? Bu değil yazmanın acımasızlığı, kahrediciliği. Cehennem benim için öce bu yeryüzünü yazmak istememden, bunu üstlenmemden geliyor. Hem bunu kimse istemediği halde, bu böyledir. Cehennem dediğim bu işte.
İlhan Berk,
Kült Kitap’tan
.