26 Şubat 2012

İkinci bir emre kadar







.
Bügünlerde yazdığım şeylerden nefret eder oldum. Sevmemek değil bu, düpedüz nefret etmek. Bir süre hiçbir şey düşünmemek ve yazmamak istiyorum. Keşke cümlelerin azabından kurtulabilmek de bu kadar kolay olsaydı. Karar verseydim ve uçup gitseydi aklımda uçuşan her şey. 

Ben tanımlamadığm zaman da her şey dünyanın gönlünce olmuyor mu zaten? İkinci bir emre kadar tüm tehlikeli kelimeleri yasakladım kendime.

Yoksa bir haftadır hiç durmadan dönen başım bu tekinsiz cümlelerin yüzünden mi?

Bir ilaç alayım, uyuyayım. Hepsi geçsin. Düşünmek ve bakmak istemiyorum artık. Her şey ben bakmazken olacağına varsın. Her şey nasılsa, hep olacağına varmıyor mu? Niye bunca telaşım?

Ama siz de bana söz verin artık ne olur, dünyayı fazla döndürmeyin; başım çok dönüyor. Ya da alın şu cümleleri başımdan. Çok yoruldum. 





.


23 Şubat 2012

It Never Happened


Bir şarkının sözlerinin bu kadar güzel olma izni olmamalı.


                                                           The National-It never happened


                                           We look younger than we feel
                                           And older than we are
                                           Now nobody's funny
                                           No god, they took our fashion week
                                           That's a real bad thing
                                           'Cause we have scars to cover

                                           Now I forget how to think
                                           So crack my skull
                                           Rearrange me

                                           Lover put me in your beautiful bed
                                           And cover me
                                           Lover put me in your beautiful bed

                                           Nothing made a sound in Williamstown that night
                                           And all the air was empty
                                           Then what to my wondering eyes should appear
                                           Nothing, cause nothing ever happens here

                                           Now I forget how to think
                                           So crack my skull
                                           Rearrange me

                                           Lover put me in your beautiful bed
                                           And cover me
                                           Lover put me in your beautiful bed

                                           Nothing ever happened here
                                           Nothing ever happened here
                                           Bad things never happen to the beautiful






.

21 Şubat 2012

"Yazmak Denen Cehennem"

.
Az evvel kaybettiğim bir kitabımı buldum. 4 yıldır bu okulda okuyorum, kütüphanenin bir kitabını bile kaybetmemiştim, aylardır arıyordum. Az daha utancımdan ölüyordum ki en olmadık yerde buluverdim; havalara uçtum resmen. Bunun üzerine kitaptan bir kısım paylaşmak farz oldu:



Yazmak Denen Cehennem

Yazmayı cehennem olarak gören başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum. Malraux yazmanın kahrediciliğine değinerek, ressamların mutlu, yazarlarınsa mutsuz kişiler olduğunu söyler. Örnek olarak da Matisse’le Picasso’yu gösterir. Henry Miller da resim yapmayı “yeniden sevmek” diye tanımlar. Kısacası ikisi de yazmayı, resmin yanında, kahredici bulurlar. Nedenlerini pek açıklamazlar, ama yazmak ediminin ne bela bir şey olduğunda birleşirler. Ben yazmak eylemini cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu, güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kağıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı yadsıyorum. Az şey midir sözcüklerin zulmü? Sözcüklerin salt bir nesneyi algılamaları yeter mi? sesleri, kokuları, renkleri, çağrışımları yüklenmeyen bir sözcük nedir ki? Bir dizede yer almaları, o dizenin kendisi olmaları kolay mıdır? Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar? Sonra ilk dizenin direnişi, ele gelmezliği, kurumu, despotluğu? Bu acımasızlık, gaddarlık, kaderbilmezlik. Ya bir şiiri bitiren elin çektikleri? Kağıdın, kalemin kıyıcılığı? Sonra bilinçaltının, duyumun o korkunç tankeri beynin, bir uyum adına verdiği savaşlar? Asıl da ak kağıdın saçtığı cehennem?

Bütün bunlar nasıl görülmeyebilir, bir yana atılabilir? Ama bütün uğraşların yazgısı değil midir bu? Hangi iş bunu istemez? Bu değil yazmanın acımasızlığı, kahrediciliği. Cehennem benim için öce bu yeryüzünü yazmak istememden, bunu üstlenmemden geliyor. Hem bunu kimse istemediği halde, bu böyledir. Cehennem dediğim bu işte.

İlhan Berk, Kült Kitap’tan









.

15 Şubat 2012

Tonbruket

                                                           Tonbruket-Dig it to the end



(burada bazen paylaştığım şarkıların enstrümantel olduğunu yazmayı unutmuşum. Bu şarkı da öyle. çalışırken iyi giden cinsten. Tonbruket ise son yılların en iyi Avrupalı caz müzisyenlerinden. grup  yarın konser için Ankara'da olacakmış. bilgiler cazkolik'ten. )





.

14 Şubat 2012

Doğru-Yanlış?

.





"Sanattaki doğrunun tam tersi de eşit derecede doğrudur."
               
                                                                              Oscar Wilde





.

06 Şubat 2012

Tutarsız yazı ve bir soru

.





Parçaları birleştiremediğim sürece benden bütünlüklü bir kombinasyon olmayacak; farkındayım, kendini kandırmanın âlemi yok. Bu kadar parçaya bölündüğüm sürece de hiçbir zaman birleşemeyeceğim. Seçilmiş parçalanmalar bu benimkisi. Tutarsızlık, en nefret ettiğim şey. Beş dakika önce hissettiğimi beş dakika sonra hissetmediğim vakit çok sinirleniyorum, “niye böyleyim?” diye. İç dengem için bir tutarlılık formülü bulamıyorum bir türlü. Bu saate kadar bulamamışım, bundan sonra da bulmak çok zor sanki, kabul edip devam etmek gerek. “Tutarsız bir insanım” diye yüksek sesle bile itiraf edemiyorum.

Bazen en sevdiğim şey salağa yatıp hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak. (Kimseyi kandırmadan tabii, zaten bir tek kendimi kandırabiliyorum, o konuda sorun yaşamıyorum hiç.) İnsanlar sizi şöyle bir süzünce rasyonel bir varlık olabileceğinize inanmıyorlar da; akılsız olduğunuza hemen inanıveriyorlar. “MS oldum” desem inanmazlar; çok nadir, ama akılsızlık çok yaygın bir hastalık. Nezle gibi de bulaşıcı üstelik, 3 dakika yanında durun hastanın, hemencecik bulaşıyor. Sonrası zaten malum, kendilerini olmadıkları bir insanmış gibi gösteriyorlar. Ben de inanmış görünüyorum; danışıklı dövüş. Bu kadar düşünmek beyne zarar, onlar konuşurken ben inanıyormuş görüntümün arkasında sinapslarıma onulmaz zararlar veriyorum. Kendilerini oldukları gibi sevemeyeceğimi mi düşünüyorlar acaba?  Önce kendilerine, sonra bana büyük haksızlık ediyorlar.

İncinmektense yalanlar duymayı tercih ediyorlar. Sizi yalan söylemeye sevk ediyorlar, ikiyüzlü olmaya. Kendime birkaç yüz edinmeliyim. Nereden bulurum acaba, çarşıda satılıyor mudur? Yastık yüzü değiştirir gibi çabuk değiştiriliyor mu? Herkese ve her şeye katıksız inanç duyduğum zamanları özlüyor gibiyim. Tekrar inanabilmek için bildiğim, öğrendiğim her şeyi unutmaya razıyım. Yazık ki unutamayacağım. Öğrendiği hiçbir şeyi unutmazmış insan.

Bunları çabucak geçiyorum ve soruyorum, hani mektebini okumadan bir meslek dalını icra edenlere "alaylı" diyorlar ya, o insanlar işlerini alaya mı alıyorlar?*





*Ekleme: Soru sadece kelime oyunu amaçlı beyin yanmasıdır.






.

02 Şubat 2012

Yani aslında demek istiyorum ki:

 .




“Çok sessizsin” diyenlere, “Çıkardığım seslerin volümünü düşürdüm sadece. Karıncalarla konuşuyorum artık.” demek istiyorum.

Pahalı eşyalarla evlerini doldurup doldurup, sonra onlarla ilgileneyim derken sağlığını kaybedenlere “Sahip oldukların zamanla sana sahip olur” demek istiyorum.

Mutlu olmak için ha bire başkalarının mutluluklarından çalanlara “Yetinmeyi bilmeyen mutlu olamaz” demek istiyorum.

Mekân değiştirince huzur bulacağını sananlara –aslında sadece huzur bozuculuk yapanlara- “gittiğin yere aynı kafayı götürdüğün sürece huzur bulamazsın.” demek istiyorum.

Ve bazen abartıp “Her şeyinizle nasıl yapaysınız, nasıl!” demek istiyorum.

Yani bunların hepsini böylece demek istiyorum da, hiçbirini diyemiyorum. Ancak böyle kalem oynatıyorum. Sessizliğimden niye korkuyorlar şimdi daha iyi anlıyorum; bi konuşursam neleri sustuğum çıkacak ortaya.

---

Yogaya başlamaya karar verdim. Bu soğuk kentte güneş ışığını gördüğüm ilk dakika bağdaş kuracağım ve güneşi selamlayacağım.






.