30 Aralık 2011

Çift Çizgili Okumalar




“İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi.”

“İnsanları kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve salahiyetlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır?”

“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”

“Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde, ilk rasgeldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?”

“Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek kadar korkutmazdı.”

“Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?”

“Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melul bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.”

"Her şeyi, bilhassa ruhumu, hiç bulunmaycak bir yere saklamalı."

“İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar.”

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna




Altını çift çizgiyle, sıkı sıkıya çizdiğim cümleleri alt alta yazınca, “insanlık”a ilişkin keskin, açık sözlü tespitler olduğunu fark ettim. Sonra, bu aralar “insanlar”ın üstüne biraz fazla gittiğimi fark ettim. Ve, “insanlar”ın üstüne bu kadar gitmekten vazgeçtim.



Şimdi bırakalım düzinelerce listeler tutmayı :)


                                  Kitaptan yılbaşı ağacım olsa yeter sanki.

25 Aralık 2011

Zamanlama Hatası




                                                                                    

Durmadan, bıkıp usanmadan zamanlama hataları işliyorum.

Anladım ki hiçbir zaman anlayamayacağım şeyler var. okudukça yazdıkça, gördükçe, baktıkça, duydukça anlarım sanmıştım, ama anlayamıyorum. Bazen bazı şeyler havsalamın alabileceğinin dışında kalıyor. Eğer psikoloji okuyor olsaydım ya da sadece giriş düzeyinde ders almakla kalmayıp biraz daha ilerleseydim anlayabilir miydim acaba, diye soruyorum kendime, ama yok. Her şeyin bir sistematiği yok. Ve artık, anlamaya çalışmak da yersiz. Anlayamayacağımın verdiği bilinç de yeterlidir belki.

Zamanlama hatalarından ibaretim sanki.  Yıllardır hem de.

Etrafımdakilerin sadece seslerine değil, sessizliklerine de alışmam gerek belki. Sessizlik beraberinde ıssızlığı getiriyor. Olsun, alışkınım. Susmaya alışkınım. Hiç konuşmamaya. Çünkü bu da çok şey getirir. Bildiklerim yetmez olduğunda, bilmediklerimi getirir. 

Belki böyle “alışmam gerek” diye diye, her şeye alışmaktan çekiniyorumdur bu sefer. Her şey ne de ‘alışılmaz’ oysa.


Bitirilmeyi bekleyen bir sürü şiir var. Kıpırdanıp duruyorlar. Ne zaman bitecekler, ne zaman duracaklar bilmiyorum. Şiirlerim bitsin artık istiyorum. Zamanla değişmesinler. Onlar da mı zamanlama hatası yoksa? Bilmiyorum, şiirlerimi bitirmem gerek. 

Zamanlama hatası işte. 




24 Aralık 2011

Öyle olmayı reddediyorum!




"Belki daha farklı bir insan olabilirsin” dediler bana. Daha farklı bir insan olamam ben. Bildiğim tek bir şey varsa o da başka biriymiş gibi, başka bir insanmış gibi davranamayacağım. Farklı birine dönüşmeyi bırakın, tasavvur bile edemiyorum. Bildiğim tek bir şey varsa asla kendimden vazgeçmeyeceğimdir. Bunca zaman, rol yapan bir insana dönüşmemem gerektiğini düşünerek nefes aldım. Eğer kameralar sadece rol yapanları çekiyorsa ömrümün sonuna dek televizyonda görünmesem de bir şey kaybetmem. Ve evet, eğer sırf bu yüzden sıkıntı çekeceksem, buna da razıyım. Rol yapmayı reddediyorum. Bu benim yapabileceğim bir şey değil.

İnsanlar aforizmaları, özlü sözleri, vecizeleri; facebook, twitter sayfalarını şenlendirsin, “aman ben okuyorum” havası versinler, bloglarında “havalı” dursun diye seviyorlar demek ki. İş icraata gelince, nerede tüm o “düşündürücü” sözler?

Bir de Allah aşkına, niye “bir fikri olan” insanlardan korkuyorlar? Biri bana bunu anlatsın, yıllardır sorduğum bu soru bir cevaba erişsin artık. Çok sıkıldım. Öyle böyle değil, çoook sıkıldım artık. 





22 Aralık 2011

7 gerçek - Mimlenmişim!





http://golgeliyol.blogspot.com/   un yazarı sevgili Gökçe beni mimlemiş. Kendimiz hakkında 7 gerçek yazıyormuşuz. eh ben de yazdım gitti öyleyse:) 

7 gerçek 

       1. Aptal aptal gülmüyorsam iyi değilimdir. Genelde gülmek için herhangi bir sebebe ihtiyaç duymam. Ve suratımda anlamsız kocaman bir tebessüm olur. (Kocamanlığı koca yanaklarımdan ötürü galiba) Eğer gerçekten son yarım saattir hiç gülmediysem, cidden kötüyümdür. Bir de konuşmamam vardır, o zaman depresifleşmişim demektir. Konuşmuyorsam, çok fena!


       2. Dokunulmazlığım var! Dedem hep der ki “Bilge’nin dokunulmazlığı var, ona her şey serbest, hiç kimse bir şey diyemez.” Küçükken annemin bana dedemden korktuğu için iyi baktığını sanırdım J Evin küçük kızıyım ve herkes tarafından çok şımartıldım. Bunun etkisiyle, hâlâ biraz sevgi arsızıyım galiba.


       3. Önceden en büyük hayalim yazar veya şair olmaktı. Edebiyatı sevmek böyle bir hayal getirip koyuyor işte insanın başına.  Sonra konservatura gitmek istedim, olmadı tabii. Ben de sürünüyorum işte böyle çeviri meviri :p (diyorsam da aldırmayın, mesleğimi seviyorum ben)

       4.İsmime büyük zaafım var. Herhangi bir iltifat aldığımda genelde ne diyeceğimi şaşırır, cevap veremem. Ama ismimle alakalı iltifat edildiğinde pek sevinirim. “Bilge insan” en büyük iltifattır örneğin benim gözümde. Biraz narsistim, evet. 

       5. En büyük korkularımdan biri kilo almak. Kilo alınca kendime eziyet ederim. Özellikle şu sıralar bununla alakalı “dünyayı kendine zehir etme seansları” düzenliyorum.

       6. Yıllar geçtikçe büyüyeceğime, küçülüyorum sanki. Feci bir duygusallaşma gözlemliyorum kendimde her geçen gün. Bazen sırf bu yüzden, yani üzülmeyeyim, kırılmayayım diye çok fena kabuğuma çekilirim.  Yalnızken kimse beni üzmüyor sanki. 

      7. Yön kavramım hiç iyi değildir, hep kaybolurum. Bir keresinde Üsküdar’a gidecekken kendimi Çengelköy’de bulmuştum. Deniz gördüğüm yerde inecektim, o deniz Çengelköy’ün deniziymiş meğer!

"İşgalci Bir Aşk Bu!"


                                                       (Okulumuzdaki Starbucks işgalinden)




.

2012 hayalleri





Alter ego beni mimlemiş ve ben de 2012’den dilekler diledim.  Zaten hep hayalini kurduğum şeyler birer birer döküldü tabii. Sadece derslerimden, ödevlerimden fırsat bulup bloğa koyamadım bunca zamandır. 


Uyarı!

Bu yazının tonu “küçük kız çocuğu bilge” gibi oldu. Normalde de pek yetişkin hissetmediğimdendir galiba, hayal kurarken konuşurkenki tonumla yazdım. Şimdiden uyarayım, “aman, ben ne okuyorum böyle?” diyebilirsiniz.


2012’den dilekler

        1.  Az biraz daha derslerine düşkün bir öğrenci olsam.  Not ortalamasını az düzeltsem bu sene. Master yapabilmek adına geleceğe yatırım amaçlı, ders çalışmalı bir yıl olsun biraz.

        2. Yazdan bu yana psikolojik anlamda iyiyim. Depresif hallerim geri dönmesin. “Hıh” diyeyim ben, onlar geri dönerse de.

3.  Yeğenimi çok özledim! Bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama, bana bol bol Hakkari’ye gitme şansı çıksın lütfen, lütfen. Yeğenimi özledim beenL Bir de abimle eşi ve yeğenim hep sağlıklı olsun orada.

        4.  Küçük abim okulu bitirdikten sonra bir işe girsin, yaza düğün yapalım! Hatta ben yine hala olayım çarçabuk: ) Bu seferki kız olsun, bana benzesin. Kız halaya benzermiş, aaaa nasıl olur acaba: )

5. Şubattan sonra bir part-time iş bulayım. Çalışmayı özledim. Bakalım bakalım, bu konudaki planlarım gerçekleşse iyi olabilir.

       6. Doğru dürüst ney üflemeyeli bir sürü ay geçti.  Yeni kurs, yeni heyecan edineyim.  Bir de lütfen, ben bağıra bağıra şarkı söyleyecek bir ortam istiyorum artık, bu hiç mümkün değil ne yazık ki: (  Olsun ütopyalar güzeldir diyerek kendimi kandırayım.

       7. Ütopya demişken, insanlık ortaya çıksın bu sene. Nereye kaybolduysa artık, o tarafına ben karışmam. (bkz. sosyal mesaj vermezse ölecek hastalığı)

8.  Edebiyat var tabii! Çok okumalı kadar çok yazmalı da bir yıl olsun. Yazının üstüne biraz daha düşeyim.

9.  Biraz daha sadık bir sinema izleyicisi olayım. (vaktim yok, vaktim yok, vaktim mi yok?)

10.  Bir de, 2012’cim,  bu sefer çok rica ediyorum, ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne istediğini bilmeyen insanlarla karşılaşmak istemiyorum artık. Biliyorum, çok büyük bir beklenti ama bu insanlar çok sıkıcı.

11.Ve sağlık, özellikle gözlerimin derecesi fazla artmasın.


       12. Bunların hiçbiri sevdiklerim iyi olmadan mühim değil. Ailem ve  arkadaşlarım da hep iyi olsunlar. Dilekleri gerçekleşsin.


Ve 2012’den korku,

Son altı ayda beş tane ölüm haberi aldım. 2012, sen beni bu konuda feci korkutuyorsun bak, ona göre yani : (


Son not:

Aman Allahım! Bunu yazıp bitirdikten sonra bilgisayarım çat diye kapandı! Bundan ne anlam çıkarmam lazım? o may gudnıs. 

bu da yazımın şarkısı


                                                      Ceylan Ertem-Ütopyalar Güzeldir


(Eu+topos= good+place = güzel, iyi yer) cümlede bir düşüklük var gibi gibi, zira ütopya Latincede zaten güzel yer demek ama olsun yine de ütopyaları hayallemek güzeldir! Ahh geçen sene aldığım etimoloji dersinin kafasıyla yaşıyorum, evet) 

neyse, işte öyle bir şey :)









10 Aralık 2011

Sherlock Holmes'un Maceraları, Beirut vb.





Okuldaşım ve yanında pek çok kişi daha haksız yere tutuklandı. Çok sıkıcı bir gün. Sevinç dün bir saat sürdü, sonra yine sıkıntı. Şaşırmak, hâlâ şaşırabilmek güzeldi oysa ki.

Her şeyi bırakıp çalışmam gerek. Bu sefer fonda Beirut, öykü çeviriyorum, yeni bir kitap projesi var. arkadaşlarımla kolektif kitap çeviriyoruz bu sefer. Dünya, öykü çevirdiğim noktada durabilir mi, lütfen?  Kurmaca düzen bir yerlere atsam kendimi, olmaz mı? Gerçeklik çekilmiyor artık. Elbet vardır bir yolu. Vardır vardır, olmalı. 





                                                         Beirut-In the Mauseloum





.







01 Aralık 2011

"Çevirmene Eziyet", Cemal Karanlık

       




                Sabitfikir'deki Cemal Karanlık'ın sıkı hayranıyım. İnceden inceden çok güzel dokunduruyor. bir yazısında çoksatan yazanlar için "Yazarkasa" yakıştırması vardı ki çok sevmiştim. Nihayet, davalı(!) çevirmenlerimiz Süha  Sertabiboğlu ve Funda Uncu ve diğer tüm çevirmenleri de ele alan bir yazı yazmış. Bilmeyenler olabilir, özet geçeyim; Yumuşak Makine'nin çevirmeni Sertabiboğlu ve Ölüm Pornosu'nun çevirmeni Funda Uncu türlü saçma sapan ithamlarla erotik ve gençlerin çoçukların ahlakını bozmakla suçlaanan kitapları çevirmişler efendim. Bu ne cüret! Adalet sistemimiz o kendine has hızlı adalet dağıtma sitiliyle, çok sağ olsun, çoluğu çocuğu korumak için uğraşıyor. Sadece kadın olduğu için bir kadına "sen manken misin, bunu çevirmeye utanmıyor musun?" minvalinde sorularla Uncu'yu yazdan bu yana canından bezdirdiler. Şimdi davalar da görülmeye başlandı. Hemen bir sonuç beklemiyoruz tabii süpersonik mahkemelerimizden, zaten her zaman için ilk duruşmada dosyayı dinler hakim. İkinci duruşma tarih atma duruşmasıdır. İkinci duruşmada hakim, Ölüm Pornosu'nu okumadığını (kim okudu ki zaten?) ve Boğaziçi Üniversitesi ile Bilgi Üniversitesi Edebiyat bölümlerinden uzman yardımı almak istediğini söyledi(nihayet kitaplar güvenilir ellere teslim edilecek, lakin biz yine de bundan bir şey ummayalım, ne de olsa karar ezel ezelden belli). Bu  davaları neden bu kadar önemsiyorum(z)? Çünkü, buradan çıkacak kararlar emsal teşkil edecek. bu açıdan çok büyük önem taşıyor. Neyse, sonuç itibariyle durum bundan ibaret, aşağıda da Sabitfikir'in Cemal Karanlık mahlasıyla yazılan Kulis köşe yazısı: 



Cemal Karanlık
Çevirmene Eziyet
29.11.20011


Epeydir buluşamıyorduk Nadir’le. Önceki akşam telefon çaldı, baktım, bizimki. “Yahu nerelerdesin,” dedim. “Abi sorma, birkaç aydır yurtdışındaydım, buluşalım da iki lafın belini kıralım,” dedi. “Olur lan özledim valla,” dedim.


    Efendim, işin özeti, Nadir arkadaşımız karşılaştırmalı edebiyat işinden sıkılınca kendine daha farklı bir gelecek çizmeye karar vermiş, İngilizcemi geliştireyim, en kıyak yerinden öğreneyim ki işe yarasın, bu kadar edebiyat okumuşluğumuz da var, bakarsın çeviri ödülleri falan alırız, diye düşünerek basmış İngiltere’ye gitmiş. O zaman fırsat acil tarafından çıkınca eşe dosta haber bırakmayı da unutmuş. Olsun. Bir lisan bir insan demişler. İnsanın bir altın bileziği olacak illa.


    “Evladım iyi de, çevirmenlik bu ülkede meşakkatli iştir, zordur, başa beladır,” dedim, “üstelik para falan da kazandırmaz. Ne güzel okuyup akademisyen olacaktın, niye caydın karşılaştırmalı edebiyat işinden?”


    “Abi baktım iş olanakları sınırlı; masa başında dirsek çürütüp eleştiri yazıları yazacaksın, onca kafa patlatacaksın… Ama bildiğin gibi bu ağır işin karşılığını asla alamıyorsun bu ülkede.”


    “Bilmez miyim… Hem kıt kanaat geçin, hem yazdıklarını öğrencilerinden başkası okumasın, hem de…”


    “Evet abi?”


    “Hem de, kazara, olmaz ama, diyelim Orhan Pamuk’un bir romanını beğenmedin. Vay haline. Orhan kızıp köpürür, okurlar yazarımızı çekemedi diye ayağa kalkar, edebiyat dergileri de senden uzak dururlar; al başına belayı.”


    “Bunu düşünmemiştim ama bu da doğru. İşte bu yüzden ben de çevirmen olmaya karar verdim. Hem bakarsın çevirdiğim kitap çok satar; oh ne âlâ.”


    “Orası öyle de, işin bir de öbür yanı var. Bunca edebiyat okumuşsun. O çok satarları çevirmeyi bakalım miden kaldıracak mı? Kaldırırsa ne iyi, diyecek yok. Ama bir olur, iki olur, üçüncüsünde iş bildiğin gibi, eziyete döner. Ama bir sakınca daha görüyorum, istersen devam edeyim.”


    “Et abi?”


    “Bizim usta çevirmenlerimiz 12 Eylül öncesinde sol klasikleri çevirdikleri için hapis yatıyorlardı. Aranan, yurt dışına kaçmak zorunda kalan… Bugün de bildiğin gibi durum farklı değil. Devlet, Ölüm Pornosu’nun çevirmeni ile uğraşıyor bak. Yani, eninde sonunda, bu belalardan uzak kalayım diye eften püften şeyler çevireceksin. İyi edebiyatı çevirip okurumuza hizmet edebilirsin, ama onun da okuru az. Diyeceğim, bu ülke çevirmene eziyet. Tabii yine de sen bilirsin.”




Ve son olarak 
(yazıyı bu kadar sevmemdeki bir faktör de, benim de istemeden de olsa bir çoksatan çevirmiş olmamdır. Ne yazık ki idealizm bu noktada işe yaramaz hale geliyor ve -bir yerlerden başlamak için- bir şekilde bestseller'ın elinden tutmak zorunda kalıyoruz, zira talep varsa arz da olacaktır, serbest piyasa ekonomisi... )