05 Kasım 2011

Son iki haftadır neler karıştırdın, sevgili beynim? (What the fuck were you doin' for the last two weeks my dear brain?)

              


          “Evvelce yazdığım birkaç şeyi mi paylaşsam?” dedim ama hile yapmak gibi olurdu bu. “Bu yazamamak neden?” diye sordum bu sefer kendime. Bana sorarsanız, yani diyorum ki bence, ben kendimi rahat bıraksam herkes ve her şey de rahat bırakabilir aslında. Ama kendimde, kendimi rahat bırakacak cesareti bulamıyorum nedense. Soruya cevap şöyle olabilir, yazın kötümserlikten doğarmış. Ondan olsa gerek, bir süredir doğru dürüst hiçbir şey yazamıyorum. Üzerimdeki bu -anlamsız ve kaynaksız olmasından çok korktuğum- iyimserlik geçerse diye tereddütlüyüm. Raydan çıkmalardan ürken, ayağı yere basmayı seven insanlardan olmak çok sıkıcı bir şey aslında, bunu da biliyorum. Ama hiç vazgeçememek var bundan, vazgeçemediğim için kendime biraz kızıyorum. Bunu değiştirmek çok zor galiba. Belki de bazen raydan çıkmak gerekiyordur. Emin değilim henüz.

             Evet, kafayı toparlayamamanın doruk noktasındayım, fiziki yorgunluklara alışkınım da, her bir parçası ayrı bir yerlerden toplama bu yorgunluklara alışamıyorum. Kilometreler, kıtalar  ötesinden bir “selam” yanıbaşımdaki iki(2) “selam”a dönüştü. Selam Arapçada “benden sana zarar gelmez,” demekmiş, yeni öğrendim. Ama her selam veren zarar vermeyecek diye bir şey de yok hani. Parmaklarımla uzun uzun, sayılar  saymak istemiyorum ben artık. Üstelik matematiğim de kötüdür. Sorduğum soruların cevaplarını almak ya da almamak önemli değil diyordum. Geç cevap alınca önemli olabiliyormuş demek ki. Soruların cevapları mı geç, yoksa ben aceleci bir sorgucu muyum?

               Bu kadar çok şey söyleyip hiçbir anlama gelmemenin zirvesinde de olabilirim. Ya da çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey diyememenin. “Tereddütle susma”nın.  Sözün özü, “Bu iş zor yonca.” Çünkü insanların aylar boyunca hiç soru sormadan durduğu şu sıralar ben hiçbir yere koyamıyorum fikirlerimi, sorularımı.

            Bir de şu var, düzelti yaparken sırf bitişik mi yazılıyor ayrı mı diye sözlüğe açıp baktığım “boş vermek” kelimesinin argo çıkmasıyla şaşırıp kalmıştım bir zamanlar. Ayrı yazıldığının şokunu atlatamamışken, bir de argo olduğunu öğrenmek beni derinden(!) etkilemişti. Kelimeler özerkliklerini ilan ettiklerinde birbirinden ayrı yazılırlar. Eğer harf alıp verirlerse, aralarında bu türden tensel bir temas söz konusu olursa bitişik yazılırlar. Boş kelimesinin “vermek”ten bağımsızlığı varmış meğer. “Boş vermek”. Demek ki boş'un vermekten ayrı bir kimliği var bu bağlamda. Üzerinde hâlâ düşünüyorum. 


           Ha bir de, -ben de dahil(?) olmak üzere- “Bu büyükler çok ama çok acayip.”

            …

           Herkese iyi bayramlar dilerim. 


Bu da bugünümün şarkısı



Werewolf'un canlı kaydı varmış meğer, ilk defa dinledim, mutluluk kaynağı oldu:)





.

13 yorum:

  1. Sorular kısmına hiç girmiyorum çünkü sorular ağırdır, istemesen de taşımak zorundasındır, onlar sensindir..

    Büyüklerin acayiplikleri demişken aklıma küçük prens geldi..

    "Küçük prens büyük bir dağa tırmandı. Daha önce kendi gezegenindeki üç yanardağın dışında hiç dağ görmemişti. Bu yanardağların boyu ise sadece dizlerine geliyordu. Sönmüş yanardağı tabure olarak kullanırdı. Ona ayaklarını uzatırdı. Kendi kendine : “Bu kadar yüksek bir dağın tepesine tırmanırsam, bütün gezegeni ve gezegendeki bütün insanları görebilirim” dedi. Ama görebildiği tek şey, diğer dağların sivri dorukları oldu. “Günaydın” dedi kibarca.

    “Günaydın... Günaydın... Günaydın...” diye yanıtladı yankı.
    “Sen kimsin?” diye sordu küçük prens.“Sen kimsin... Sen kimsin... Sen kimsin...” dedi yankı.“Arkadaş olalım. Ben çok yalnızım” dedi bu kez.“Ben çok yalnızım... Çok yalnızım... Çok yalnızım...”“Ne tuhaf bir gezegen!” diye düşündü. “Her tarafı kuru, her yeri dikenli, tamamen sert ve acımasız. İnsanlarda ise hayal gücü yok. Sadece sizin söylediklerinizi tekrarlıyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı ki, her zaman ilk konuşan o olurdu."

    Bu arada şarkı bağımlılık yapanlardan.. İyi bayramlar.. :)

    YanıtlaSil
  2. doctor blue balloon, bu yazıyı yazarken aklımda hep "Küçük Prens" vardı zaten, paylaşım için özellikle teşekkür ederim :)

    güzel yorumunuz için de çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. çok şaşkınım. boş vermek sözcüğünün nasıl argo olduğunu düşünüyorum. cevap bulamadım. daha önce bu sözcüğün anlamına baktığımı hatırlamıyorum. bunun da nedenini düşüneceğim.

    bir beyin iki hafta boyunca çok acayip şeyler yapabilir ama bunlar hemen ortaya çıkmayabilir. nerede ne zaman karşına neler çıkaracağını bilmemek de heyecan verici. bence boş geçirmemiştir zamanını.

    yazıyla iyiliklerin, güzelliklerin çoğaldığını söyleyen de var.

    :)

    YanıtlaSil
  4. negatif, bu boş vermek konusunu oturup ciddi ciddi düşünmüştüm o zaman ve hâlâ da düşünürüm. bir sonuca erebilmiş değilim. hep beraber şu kelimenin elinden tutsak olur mu sence? :) yoksa ben kafayı yiyeceğim düşünmekten.

    yazı yazarak güzellikler çoğalır belki ama yazı güzellikten çoğalmaz gibi geliyor bana. bunu da etraflıca düşünmek lazım. düşünecek bir kanal daha açtın zihnimde:)

    teşekkürler.

    YanıtlaSil
  5. Gayet mantıklı ve makul bir savunma bence bu iyimserliği korumak. Kötümserlik öyle illet ki bir bulaştı mı kanser gibi yayılır. İyimserliği korumalı, kötümserlikten kendini uzak tutmayı bilmeli ve raydan çıkmamalı. Bunu benim gibi bir kötümser söylüyorsa var sen düşün ne kadar doğru olduğunu. Ben de özür diliyorum artık hep, zaten hayatım boyunca özür dileyerek yaşadım. Özür diler gibi yaşadım.

    TDK’ya baktım şöyle yazmış; argo aldırmamak. Uvv yee. never mind.

    Çaycı abiler bağırırlar ya “boş ver” diye. Bak bu ayrı yazılır ve argo olabilir.

    Boş vermek lazım, fazla takılmamak lazım böyle şeylere :)

    Ben bi çay koyayım :)

    YanıtlaSil
  6. raydan çıkmamalı ama, belki makas değiştirmeli alter ego, ha ne dersin? :)

    ben kelimelere takılarak günlerimi heba ediyorum ne yazık ki. fazla "takılma!" diyorum, sonra "takılmak" kelimesine takılıyorum dersem durumumun vehametini anlatabilirim belki. :)

    ben de bi çay koyayım madem:)

    YanıtlaSil
  7. Sahi benimki de laf işte. Senin işin kelimelerle, nasıl takılmayacaksın ki. Ama ben TDK’ya filan takılma demek istedim aslında. İnsanların kafalarını kurcalayacak fantastik işler çıkartabiliyorlar bazen. Kelimelerle uğraşalım da onlarla pek uğraşmayalım.

    Ayrıca kelimelerle takılmak bence güzeldir ve kelimelere takılarak geçirilen günler de heba olmaz yahu. Öyle mi hissediyorsun sahiden?

    YanıtlaSil
  8. :) ben bunu severek yapıyorum esasen. ama son 2 yıldır kullandığım tüm kelimelerin ve sonrasında da cümlelerin neye atıf yaptığını düşünerek yaşıyorum. bu sadece bana ait bir özellik değil. en basitinden bir örnek vereyim, geçen derste "sırıtmak" kelimesinin olumsuz anlam taşıdığını ve "gülme"nin yerine kullanamayacağımızdan bahsettik, çok dikkat etmemiz gerekiyor ifadelerimize bizim. sonrasında bu çğrendiğim şeyler günlük hayatıma da yansıyor haliyle.

    heba etmek derken şöyle demeye çalıştım galiba, bazen kullanmak istediğim bir kelime oluyor, o kelimenin zihnimde bir izdüşümü var, kodlamışım kelimeyi ama bir türlü aklıma gelmiyor. en son "alengirli"yi kaybetmiştim mesela 4-5 saat gelmedi dilimin ucuna.

    bu ve bunun gibi şeyler işte. böyle heba etmeye can kurban tabii:)

    YanıtlaSil
  9. Türkçe için fakir bir dil diyorlar. Başka bir dil bilmediğim için ben bu yargıya varamam tabi öyle diyorlar yani. Belki bu yüzden de karşılık bulmakta zorluk çekilebilir düşündüm de. Ben de bazı okumalarımda arapça, farsça kelimelerle karşılaşıp onların anlamlarına bakıyorum. Ve bunların türkçede karşılığının olmadığını görüp üzülüyorum. İzdüşümleri var ama türkçe olarak karşılığı yok. Türkçeyi sadeleştirirken çok kayıp vermişler sanıyorum ki. Tabi ben bu mevzuların derinliğini bilmem ama ben bile bununla karşı karşıya gelebiliyorsam eminim ki böyledir.

    Bu açıdan da işin zor olmalı. Ama yine de bu çeviri işini layıkıyla yapanları, o kitabın yazarı kadar taktire şayan bulmuşumdur. Mesela Alanca eserleri Kamuran Şipal, Rusça eserleri Nihal Yalaza Taluy, dahası Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Azra Erat… gibi daha adını sayamadığım bir çok çevirmen benim için yazar gibidir artık. Hatta bu çevirmenlerin kendi kaleme aldıkları denemelerini bile karşılaştığımda alır ve okurum yani öylesi değerli insanlardır.

    Neyse uzattım yine. Güzel yani böyle şeyler :)

    YanıtlaSil
  10. ray-dan çıkmak için ray-a girmek gerek.

    not: of şu şarkıların dili olsa da telif hakkı istesem...

    YanıtlaSil
  11. bir de "s*ktir etmek" vardır.(meyveye).

    YanıtlaSil
  12. ya! oturdunuz ikiniz beraber benim dedikodumu yapıyosunuz di mi!! kıskandım ühü. bi de özledim.

    nazo gibisi, ben hiç mi rayda değilim ki hiç mi ama hiç mi? :)

    çöl, terbiyeli olalım lütfen, ayıptır mübarek gün:) :P

    YanıtlaSil
  13. bu kelimelere takılma konusu çok tanıdık geldi. belirtmeden edemedim.

    bir önceki yorumum çok aceleye gelmiş. söyleyecek çok sözüm varmış bu konuda. bir ara umarım söyleyeceğim :)

    YanıtlaSil

Aklınıza gelenleri buraya bırakabilirsiniz.