17 Nisan 2012

Babil Kulesi’nden -pek verimsiz- Verimsizlik Notları


-Yatılı okulda okuyanlar bilirler. Eve gidileceği haftasonuna günler parmakla sayılır. Cuma günden sayılmaz, çünkü o gün zaten çabucak geçecektir.  Perşembe akşamı valiz hazırlanır. O yüzden valiz hazırlama gününe gün sayan arkadaşlarım vardı lisede. Sonra işte uyuycaz, uyancaz, uyuycaz, uyancaz, eve gidicez mutluluğu. Çocuk gibi tıpkı. Ben de uyuyup uyanmaları yerine getiriyorum  sanki bu hafta. Onu da pek becerdiğim söylenemez, ama deniyorum yine de.

-Zeki Demirkubuz’un yeni filmi sayesinde Yeraltından Notlar popülerleşmişken herkes kitaptan alıntılar paylaşıyor. Ve hepsi de kasvetli şeyler tabii ki. Kitabı okurken Dostoyevski’nin kendisine çevirdiği aynadan yansıyanları çok iyi ifade ettiğini düşünmüştüm elbette. Ancak, tüm bu ruhsal çözümlemeleri bir yana bırakıp, kitapta en beğendiğim cümlenin pek çok kimseden farklı olarak “İnsanoğlu doğuştan gülünç bir yaratıktır,” olması benim ne kadar “gülünç” bir insan olduğumu gösteriyor. “Oh, çok şükür! Doğuştan böyleymişim, endişelenmeme gerek kalmadı artık” diye rahatlamıştım hatta okurken. Ciddiyeti bir yerlerde fena kaybettim, bulamıyorum. Bi’ ben miyim her şeyle dalga geçmeye çalışan? Bazen ne kadar az ciddi olduğumu düşünüp, kendime bakıp bakıp ağlıyorum. Cansever’i de andım. Onsuz olmaz. Kendimle çelişiyormuşum gibi oluyor aslında, zira suratı asık yazılar yazıyorum genelde; ama bir yandan da dünyanın kahrını çekmeye çalışanlardan değilim pek. 

-Sosyal medyada asosyalleşeyim diyorum, nasıl olur? Bence çok iyi olur. A-sosyal medya. Anti-sosyal. Gereksiz. Lüzumsuz. Manasız hislerim kabardı yine.

-Hakan Bıçakçı Sözünü Sakınmadan’a konuk olacakmış, hangi sözünü sakınmayacakmış, çok merak ettim doğrusu. Ömer Türkeş aylar önce bir liste yayınlamıştı Radikal Kitap’ta, Milenyumun en iyi romanları diye. Orada bile ismini görünce “e artık okuyayım ben de Rüya Günlüğü’nü” dedim, demez olaydım. Bir kitap ancak bu kadar “hiçbir şey” anlatmayabilir. Minimalist üslubun da bir dozajı var ama yani artık. Yok artık. E yok artık. Üstelik baştan sona yazım hatalarıyla doluydu. Oğlak Yayınları’ndan bir daha kitap okur muyum bilmem. “Afilli Filintalar” tarafına girmiyorum, çünkü beni romanı ilgilendiriyor. Aslında bu yazdıklarımın sebebi romanının kötü oluşundan değil, herkes kötü roman yazabilir. Herkesin başına gelebilecek bir durum bu. Ama sinirim, bir şekilde edebiyat camiasında bu kadar kayırılıyor olması. “Milenyumun en iyi romanları” derken? 

-Verimsizim, çünkü Babil Kule’mde çalışıyorum bir yandan da. Yehova beni görseydi, “ne kadar verimsiz bir insan evladısın sen böyle” deyip bildiğim iki buçuk dili de ortadan ikiye ayırırdı herhalde. Çevirdiğim kitapta sona doğru yaklaşıyorum. Sabrımın sonuna çoktan geldim. 

-Arada aklınıza geldikçe Ferit Edgü okuyor musunuz? Böyle çok güzel şeyler yapıyor musunuz? N’olur yapın. “Bizi ancak içimizle dışımızın bir olması kurtarır” demiş yazar Kaçkınlar’da. Bizi ancak içimizle dışımızın bir olması kurtarsın lütfen. Buna çok ihtiyacımız var.



-Bir süre buralarda olamayabilirim. Ama söz veriyorum, dönüşüm muhteşem olacak. (vvuhuuuuuuu)

Bahar yağmurlarına bu şarkıyla veda edelim mi? biraz da ayaklarımız hareketlenir belki, dans ederiz, olmaz mı?





                                                              Adele-Right as Rain









3 yorum:

  1. verimsizlik değildir o, sana öyle geliyordur.

    babil'in manzarası ne güzel değil mi?

    olmaz ama, sabrın sonu selamettir derler. ben de öyle diyeyim, belki olur.

    ha gayret.

    :)

    YanıtlaSil
  2. babil'de göl manzarası var bildiğin :)

    sağ ol negatif. selametin hayaliyle yaşıyorum zaten :)

    YanıtlaSil
  3. göl manzarası iyiymiş. iki buçuk dilden torpil yapmışlar sana. bendeki manzara biraz tenha. bir buçuk dile bu kadar demek ki.

    YanıtlaSil

Aklınıza gelenleri buraya bırakabilirsiniz.