03 Nisan 2012

Isırgan

                                                                                "dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar
                                                                                 yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar"
                                                                                                                     Attila İlhan



Deniz seviyesinden koşarak kaçıyorum, bir şehrin en yüksek tepesine çıkıyor ellerim. Değil mi ki gökyüzüne bakarak anlarız zamanın geçtiğini, öyleyse çok yakınında olmalıyım akan tüm dakikaların. Bulutları yakalamalıyım, tutup uçlarından hapsetmeliyim. Buhardan kütleleri sıkıştırıp parmaklarıma, saniyelerin yanından geçmeliyim. Saatleri yavaşlatmalı, günleri durdurmalıyım. Durdurmalıyım. Durdurmalıyım ki acıtmasın tek bir saniye bile. 

 Günlük tutarak günleri, hava tahminleriyle haftaları durduruyor, takvimleri koparmayıp kâğıttan aylar biriktiriyoruz. Yılları nasıl durdurur insan? Soruyorum, bu yılların bir çaresi yok mu? “Çengel gibi takılan sorular”a saklanmış yıllar.

Yanaklarının içini kemiren bir çocuğun dişiyle tutturduğu telaştayım. Öyle cesur, öyle beyhude. Değil mi ki kürek çekilmez akıntıya, ne demeye geçmeliyim öbür tarafa? Marmara’dan deniz köpükleri topladım, cebime attığım çakıl taşları Akdeniz’den kalma. Bozkırda eskitiyorum hepsini, benimle aynı hızda yaşlanıyor eşya.

Dünyanın tüm dillerini öğrensem, ne çare? Cümle kurmak konuşmak değildir. Köstekli bir saati kurarmış gibi kuruyorum cümleleri; yılın bu vaktinde, günün bu saatinde sarf edilecek  cümlelerim var, sözgelimi. Ne çare? Kırık bir dille cevap veriyorum tüm sorulara. Makûl açıklamalardan sebepsiz kaçıyorum. Nasıl geçer bunca zaman? Nasıl geçer? Nasıl?

Kimseleri inandıramadım yüz yaşında olduğuma. Ellerime de mi bakmazsınız hiç? “Yüzün” diyorlar, “yüzün hiç kırışmamış.” Ellerime bakın ellerime, bakın nasıl da hapsettim zamanı harf harf. Nasıl kazıdım bir çiviyi kazır gibi, tıpkı arkaik çağlardan kalan. Ellerime bakın ellerime, zamanı hapsettim ben. Zaman; parmaklarımın ucundan azar azar taşan.

“Zaman,” dediler; “her şeyin ilacı.” Öyleyse neden dur durak bilmeden ölüyor herkes? Zaman, yalnızca bir şarkının nakaratında hızlı akan. Zaman; hiçbir şeyin ilacı.

Zaman, diyorum, zaman; dilimdeki ısırgan. 





*"Üçüncü Mevki" adlı edebiyat fanzinimizin 2. sayısında yer alan yazım. 

5 yorum:

  1. Zamanı salt zaman olarak algılayamıyoruz mutlaka zamanın bir yansıması gerek ve biz ancak bu yansımayı algılayarak bir tür mukayeseye girişiyoruz ve zamanı algılayabildiğimizi zannediyoruz. Tüm sistematik, tüm nicel değerlendirmeler boş; kimse için zaman paralelik gösterebilecek bir metafor değil. Ama işte biz hepimiz için aynı zamanın yolcusuymuşuz gibi bir izlenim içerisine girmişiz. Ben de bu zamanın yolculuğunda kendimi 100 yaşında hissediyorum. O da sona gelinen düzeymiş diye hani. Bu kronolojiyi yitirmekle iligli bir durum sanırım. Aşamaya yabancılaşılan noktada bir anda kendini sonda bulabiliyor insan. Bu kronolojiyi yitirenler için zamanın ilaç olabilmesi mümkün değildir. Hem zamandan zehirlenenler için zaman bir panzehir olabilir ancak. Neyse ki zamanla bağışıklığımız da güçleniyor değil mi?


    Çok güzel yazmışsın bilge yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Çok, çok güzel. "Cümle kurmak konuşmak değildir", o yüzden buraya satırlar döşesem, ne çare Bilge?

    YanıtlaSil
  3. Alter ego,

    zaman içinde bağışıklığı gitgide düşen bir kanserli gibi hissediyorum kendimi. hastalıklı fikirlere tutunup bazen, kendimi hasta ediyorum.

    zehir, panzehir. aşamaya yabancılaşmak. hiçbiri "zamanla" geçmeyen şeyler. (tırnak içinde zamanla)

    sen de çok güzel yorumlamışsın, çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. Meralim, sağ ol.

    satırlar döşemesen de ben seni anlarım zaten.

    YanıtlaSil
  5. izlemeye aldım senide bloguma beklerim :)

    YanıtlaSil

Aklınıza gelenleri buraya bırakabilirsiniz.