13 Ağustos 2012

Beyin akması





İnsan en çok kendine karşı çaresiz kalıyor. Belki pek çok kimseye karşı gelebiliyor, hatta yenebiliyor da. Ama kendi kendini yenmesi o denli zor ki. Ve tam da “yendim işte!” derken, başka bir savaş açması yeniden. Tıpkı tüm hikayelerin de ihtiyaç duyduğu o çatışma anında hissediyorum kendimi. Bir silah varsa ortada çekilmeli, diyorum. Bir şeyi söyledimse sonunda ortaya da çıkarmalıyım diyorum. Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı diyorum. Çatışmaktan vazgeçiyorum.


Sahile iniyorum. Bulunduğum şehrin denizi öyle değişken ki. Sabahları, öğlenleri yahut akşamları fark etmeksizin aniden kabarabiliyor. En çok dalgaların sesini seviyorum. Aklıma hep Virginia Woolf geliyor. Yaşasaydı, “nasıl düşündünüz dalgaların sesiyle ritmik bir metin yazmayı?” diye sorardım. Küçük bir çocuk parkında bir salıncak buluyorum kendime. Sonsuz göğe bakıyorum. Birden sevinirim belki. Belli olmaz.

Hep en zayıf noktamızla sınandığımızı düşünürüm. Ben dünyanın en sabırsız insanıyım, hep sabırla sınanıyorum. Nereye gitsem götürdüğüm kendimi bi yerlerde bırakma isteği uyanıyor yine içimde. Neden sonra bundan da vazgeçiyorum. Bir kez daha, kendi sesimi duymak istemediğimde hep yaptığım gibi, gürültülü bir müzik açıp yürümeye devam ediyorum. Çiviyi ancak çivi söküyor ne de olsa. 




2 yorum:

  1. insanların gürültüsünü dinlemektense kendi gürültümü dinlemeyi tercih ederim.

    kendi sesimizi başkalarının bizi duyduğu gibi duymazmışız. başkaları bizi daha iyi duyarlarmış. yine de kendi sesimizi duymak başkalarını duymaktan daha iyidir.

    YanıtlaSil
  2. kendimizi başkalarından mı dinlesek o zaman acaba? bu da bir seçenek, iyi bir seçenek hem.

    YanıtlaSil

Aklınıza gelenleri buraya bırakabilirsiniz.