Evvelce o çok düşkün olduğum yalnızlık
sevgime ne olmuşsa bilmem. Bir cuma akşamını yalnız geçiriyorum diye mi, yoksa
aldığım haberden midir bilmem, kasvet doldu odam. Oysa haberin iyi mi, kötü mü
olduğuna bile karar veremedim daha. Karar verip uzlaştım,(kendi kendimle
uzlaşmaya çalışıyoruz bu aralar) bi süre susayım, en iyisi ben.
Oysa ne zamandır konuşmamıştık diyor iç
ses. Şimdi hep insanlara konuşur oldum, ne tuhaf. Oysa, mesela, çok iyi
tanımayanlar beni suskun diye bilirler. Öyle az konuşurum ben dışımdan. Boşuna değil kaç zamandır blog bile yazamıyorum. Ben en son ne diyordum? Nereye varmaya
çalışıyordum? İyiden iyiye unutmuşum uzlaşmayı. Koca bir paradigma
kaydı, kolay mı ya?
Velhasılı kelam, bu yazı da tıpkı benim gibi
hiçbir yere gitmiyor. Sadece, kendimle biraz ara vermeye karar verdik. Çok özlersek
bir daha görüşürüz de dedik.
Uzun uzun kaçıp yine kendime sığındım. Bu sefer
başarabilirim sanmıştım, yapamadım.
iç ses hep çatışır diğer iç ses ile.
YanıtlaSildışarısı ile de.
bir tür muhakeme yeteneği gibi gelir bu bana hep.
insanın dış akışa karşı izole ettiği, etrafında bir çember çizip de dışarıya karşı ne derece gizlenip gizlenmediğini kontrol edebildiği bir alanı olmalı.
bu alanda kendi ile çatışmalı, yer yer dövüşmeli ki sahasını genişletebilsin.
dışarıdan bakarsak, kendi kendiyle çatışan insan, komik bulunur. bu gözlere aldanmamalı çünkü onlar bizim sahamıza göz dikecek kadar aç gözlü olabilirler.
gel gelelim, kendimle uzlaşırsam sanki her şey bitecekmiş gibi geliyor bana.
her şeyi olduğu gibi kabul eden, kontolü dışında sürüklenen ve buna da yaşamak diyen birisine dönüşmekten hep korkarım.
bu bitmek değildir de nedir sahi.